10 Nisan 2015 Cuma

En iyi gazeteci tutuklu gazetecidir

Amerikalı televizyon sunucusu Jon Stewart’ın yönettiği Gül Suyu / Rosewater filmi, insanî; ve vicdanî; duyarlılığına rağmen ABD’nin Ortadoğu’da izlediği ‘demokrasi taşıyıcısı’ havasından yakasını kurtaramıyor.

Hakkını verebilen için zor bir meslek gazetecilik. Gazetecileri Koruma Komisyonu (CPJ), 2014’te dünyada en az 60 gazetecinin görev yaptığı sırada ya da yazdığı haber yüzünden öldürüldüğünü açıkladı. Merkezi Cenevre’de bulunan Basın Amblem Kampanyası’na (PEC) göre bu sayı 128. Henüz öldürülmeyenlerin durumu da pek iç açıcı değil. Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun (TGDP) 3 Mart 2015 tarihli raporu, Türkiye cezaevlerinde tutuklu bulunan 3’ü imtiyaz sahibi ve yazı işleri müdürü, toplam 22 gazetecinin olduğunu ortaya koyuyor. Fakat biz devlet büyüklerimizin sözlerinden biliyoruz; nasıl ki geçmişte “devlet adam öldürmez”di ise bugün de “Türkiye’de gazetecilikten dolayı hapis yatan kimse yok”tu. Hapistekiler, gazeteci kılığına girmiş ‘terörist’ ya da ajandan başka bir şey değildi!

‘GAZETECİ KILIĞINDA BİR AJAN’

Gül Suyu / Rosewater, ‘ikinci evimiz’ sayılabilecek komşumuz İran (ne de olsa, onlardan aldığımız doğalgaz ile ısınıyoruz) tarafından kıskıvrak yakalanan ‘gazeteci kılığındaki bir ajan’ın başından geçenleri anlatıyor. Londra’da yaşayan muhabir Maziar Bahari (Gael Garcia Bernal), 2009’daki İran Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Newsweek dergisi adına takip etmek için memleketine gider, Tahran’daki annesinin evine yerleşir.

İkinci dönem için aday olan Ahmedinejad ile Musavi arasındaki mücadele, seçim günü iyice kızışır. Sandıklarda hile yapıldığı iddiasıyla Musavi taraftarları protesto yürüyüşüne başlayınca Maziar Bahari bu gösterileri kameraya alır. Polisin silah kullanarak bastırmaya çalıştığı bir gösteride sivillerin öldüğü görüntüleri haber yapmasının ardından tutuklanır. Üç ay boyunca türlü işkenceler gören Bahari, sırf hapisten kurtulmak için sahte bir itiraf videosu bile çeker. Nihayet, dünya medyası ve politikacıların baskısı sonucu serbest bırakılır.

Bu süreci Then They Came for Me (Sonra Benim İçin Geldiler) adlı kitapta anlatan Bahari’nin yaşadıklarını ABD’nin ünlü televizyon sunucusu Jon Stewart sinemaya uyarladı. ABD ve dünya gündemindeki konuların eleştirel ve mizahi bir üslupla ele alındığı The Daily Show’un 19 yıllık sunucusu Stewart’ın bu filmi çekme sebebi de ilginç. 2009 seçimlerini takip etmek için Tahran’da bulunan Bahari, The Daily Show’a, programın formatı gereği mizahi bir röportaj verir. Bu röportajın video kaydı, daha sonra İran istihbaratı tarafından Bahari’nin Batı medyasının ajanı olduğu iddiasına kanıt olarak gösterilir. Jon Stewart, bu film ile vicdan azabını dindirmeye ve Bahari’den özür dilemeye çalışıyor diyebiliriz.

Her ne kadar Jon Stewart’ın niyeti hâlis olsa da, sinema için iyi niyetten fazlası gerekiyor. Bahari’nin hapisteki iç dünyasını yansıtmada başarılı olan film, özellikle babayla hesaplaşmada kayda değer bir iş çıkarıyor. Haluk Bilginer’in oynadığı Baba Ekber ile oğul Bahari’nin hayalî; hesaplaşması filmin en başarılı bölümü. Baba-abla-kardeş üçlüsünün hapishane günleri üzerinden İran’ın Şah döneminde, 1979 devriminde ve Humeyni sonrasında muhalefete karşı tutumun hiç değişmediğini görüyoruz.

VİCDANÎ BİR YANI VAR, FAKAT...

Filmin esas sıkıntısı, başından sonuna kendini hissettiren Batıcıl bakış açısı. Bütün insanî; ve vicdanî; duyarlılığına rağmen, ABD’nin Ortadoğu’da izlediği ‘demokrasi taşıyıcısı’ havasından yakasını kurtaramıyor film: “İran’da demokrasiyi isteyen ‘iyi adamlar’ da var. Şu baskıcı kötü adamlar biraz rahat verse, onlar da bizim gibi yaşamak, bizim dinlediğimiz müzikleri dinlemek, bizim izlediğimiz filmleri ve televizyon programlarını izlemek için yanıp tutuşuyorlar...”

Doğrusu, bu önermelerin belli bir gerçeklik payı var. Fakat bu Batıcıl bakış açısının doğurduğu şablonlar, meseleye yaklaşımda bazı rezervleri de beraberinde getiriyor. Kendisini ve muhatabını bu yaklaşıma göre konumlandırınca, nihayetinde ‘demokrasi götürme’ bahanesiyle dünyanın her noktasında askerî; ve siyasî; müdahaleyi kendi ‘erdeminden’ kaynaklanan bir hak ve görev olarak görüyor. Bu durumun kaç ülkeyi cehenneme çevirdiğine yakın tarih şahit. Söz konusu marazi bakış, Gül Suyu’nun bütün insanî; ve vicdanî; duyarlılığına halel getiriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder