16 Haziran 2015 Salı

Tribünlere şiir yazmıyorum

Şair Cafer Keklikçi, dördüncü şiir kitabı “Havarya” ile yeniden okur karşısına çıktı. Ülke Yayınları'ndan aynı zamanda “El İzleri” isimli ilk deneme kitabını da yayımlayan şair, bu günlerde “Ses Ayrıcalığı” isimli şiir eleştirisinin de okurla buluşmasını bekliyor. Keklikçi ile şiirini ve dünyasını konuştuk.

Şiirinizi okurken her şeyden önce söyleyecek sözleriniz, karşı durulacak meseleleriniz olduğu fark ediliyor. Size göre şiirin hayat karşısında ne gibi sorumlulukları var?

Bana göre şiir, hayatın kendisidir. Hayat, şairin kendine özgü dünyasından geçerek şiire girer. Bu da şairin itirazlarını gündeme getirir. Hem şiir yazdığını söyleyip hem de yaşanan hayata bir itirazı olmayanların yazdıkları şiir olmaz, olmuyor. Şiir, hayatta kalıcı olanı alıp geleceğe taşıdığı oranda değerlidir. Hayatın fotokopisi değil, hayatın özüdür şiir. Şiirin hayat karşısındaki en önemli sorumluluğu insanı vicdana, merhamete ve adalete yani fıtrata çağırmasıdır. İnsan hangi konumda olursa olsun fıtrata uyduğu oranda insan olur. Şiir bir devlet kuramaz ama devlet kuracak insanı yaratabilir. Türkiye'nin vicdanı şiirdir. Yeni şiir kitabım Havarya'da şöyle bir dizem var: “yasalardan önce şiir gelir Türkiye'de”. Şiirin Türkiye'deki konumunu bu dize çok iyi veriyor.

“Operasyon” isimli şiirinizle 17 Aralık yolsuzluk operasyonunu ele alıyorsunuz. Dokunanın yandığı bu ortamda, şiirin gücünün ses çıkarma yollarını genişlettiği söylenebilir mi?

Benim şiirim Sosyal Gerçekçi Şiir'dir. Bu, biliniyor. Ülkemizde siyasi iktidar yolsuzluk yaptı, ben hariç hiçbir şairden ses çıkmadı. Çünkü siyasi iktidar şair ve yazarları para ya da makamla kendisine bağlamıştı. Hırsızlara hırsız demenin suç sayıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Operasyon isimli şiirim dergide yayımlandığında beni tehdit edenler oldu. Tebrik eden okurlarım çoğunluktaydı tabii. Okurlarımdan gelen geri dönüşlere göre şiirin Meclis'teki dört partiyi ti'ye aldığının anlaşıldığını gördüm. Operasyon şiiri dört partiyi ti'ye alan, benim üslubuma özgü ironi tekniğiyle yazılmış bir şiirdir. Şair, ülkesini ve milletini ilgilendiren çok önemli bir konuda sesini çıkarmıyorsa o şairin şairliği tartışmalıdır. Şair yukardan bakmasını bilmelidir. Parti tarafgirliğiyle yolsuzluğu görmeyenler iyi para kazanabilirler ama geleceğe şair olarak kalmayacaklardır. Şiirin gücü partiler üstüdür. Hiçbir otoritenin şiire gücü yetmez. Şiir her ortamda sesini yükseltir. Şairi boğabilirler, asabilirler, hapse atabilirler ama şiiri susturamazlar. Pir Sultan Abdal'ı asan otorite, Nefi'yi boğan otorite, Nazım Hikmet ve Necip Fazıl'ı hapse atan otorite aynı otoritedir. Bu şairlerin şiirlerini susturabilmişler mi, hayır. Şair yukardan bakar, o yüzden şiirin gücü ses çıkarma yollarını genişletir.

Her ne kadar şiirinizin meseleleri ele alan bir yönü olsa da bir ucu hep kadınlara dokunuyor. Reddedilen aşklar, beklemeler, güzel kızlar, kadınlar… Hatta bir dizenizde “Ben kadınları seviyorum be! kadınlar beni sevmese de!” diyorsunuz. Şiirinizin ana unsurlarından biri mi kadın?

İlk şiir kitabım Tanınma Korkusu'nda kadın, sevgili olarak yer alsa da sevgili durumu bir sosyal meseleye bağlanarak, ironik bir şekilde yer alıyor. İkinci şiir kitabım Yasak Bölge'de aynı durum biraz daha sert bir şekilde var. Üçüncü şiir kitabım Tahammül Şeridi'nde kadın, anne ve kız kardeş olarak yer alıyor. Havarya'da ise kadın, aşk olarak yer alıyor. Havarya'da tema olarak kadın, aşk ve çocuk temasını işledim. İlk üç şiir kitabımda bu yok. Havarya'da bütün şiirlerin ana teması kadın, dolayısıyla aşktır. Operasyon ve Cehennem Treni her ne kadar siyasi şiir olsa da, ki o şiirlerde de kadın var, Havarya'da ana tema kadındır.

Havarya ile eşzamanlı olarak ilk deneme kitabınız da yayımlandı. Bu denemelerde modern insanın sorunları, erik ağaçları, kapılar, dostluklar var… Şiir karşısında deneme yazarken kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Şiir, benim hayatımdır. Deneme ise haftada bir yazdığım, şöyle bir bakışımdır. Şiir yazarken daha özgür ve rahatım. Sakinim diyemem. Şiir yolda yürürken geldiyse, eve vardığımda ilk yaptığım iş onu el yazısıyla kâğıda yazmaktır. Ben şiiri ilk önce türkü söylüyor gibi söylerim. Şiiri yazıp bitirdiğimde heyecandan yerimde duramam. Yüksek sesle okurum. Şiir gelir, yazarım. Deneme öyle değil; bazen gelir, bazense gelmez. Bir konu bulup yazmak gerek. Ama şu var; şiirde nasıl üsluba önem veriyorsam denemede de aynı titizlikle üsluba önem veriyorum. Bir kere yazının girişi sıradan olmamalı, ikincisi bu konuya şöyle bakılabilir, birisi şöyle bakabilir, ben öyle değil böyle bakmalıyım gibi. Sadece benim bakacağım yerden bakmak. Deneme benim için bir bakış tarzıdır.

Çok sert konulara da değindiğiniz köşe yazıları kaleme alıyorsunuz. Mesela “Şallı Politika” başlıklı yazınız. Bunların sizin şiir dilinizi seven okuyucularınızı incitmesinden korkmuyor musunuz?

Ben hiçbir şiirimi okuyucularımı düşünerek yazmadığım gibi hiçbir yazımı da okuyucularımı düşünerek yazmıyorum. Hiç kimseden, hiçbir makamdan talimat almıyorum yazı yazarken. Talimat almadan yazdığım için okurun ya da herhangi bir makamın ne diyeceği hususunu da gözetmiyorum. İnandığım şekilde, inandığım gibi yazıyorum. Yazılarıma teşekkür geldiği kadar hakaret mailleri de geliyor. Ben yazdığım şiire bakarım. Köşe yazılarım için de aynısını düşünüyorum. Okuyucularımın nasıl okuduğunu değil, benim nasıl yazdığımı daha fazla önemsiyorum. Çünkü ben tribünlere değil, tüm zamanlara yazıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder