30 Haziran 2015 Salı

Hilmi Yavuz, Ali Çolak'a konuştu: Yaz, şiirsel bir aydınlanmadır

Hilmi Yavuz, her yıl temmuz başında yazılarına iki ay ara verip İstanbul'a veda ediyor. Muallim Naci'den iktibasla, ‘dehrin ihtilafatıyla uğraşmayı bırakıp, onu mirsad-ı ibretten temaşa etmek' için Ege'nin maviliklerine atıyor kendini. Uzun yıllardır yazları Bodrum'da, Yahşi Yalısı'nda geçiriyor. Şaire göre ‘yaz' tıpkı hava, su, ateş ve toprak gibi hayatın ve sanatın ana unsurlarından biri. ‘Ben şiiri bir yaz gününden öğrendim!' diyen Hilmi Yavuz'a ‘yaz'a yüklediği anlamı, Yahşi'de geçen günlerini, yaz ve yazmak arasındaki ilişkiyi sorduk.

Mutadınız olduğu üzere yine 1 Temmuz itibarıyla İstanbul'u terk ediyorsunuz. Yönünüzü Bodrum'a, Yahşi Yalısı'na doğru döndüğünüzde neler hissediyorsunuz, çocuklar gibi şen mi oluyorsunuz?

Hatırlıyorsundur. Bir şiirimde, ‘Ben hep dönüşlere bakardım' diyordum. Benim için ‘gittiğim yer'ler yoktur, ‘döndüğüm yer'ler vardır daima. ‘Yahşi'ye gidiyorum!' değil, ‘Yahşi'ye dönüyorum'dur. ‘Gitmek', bende hep kopmaları, ayrılıkları ve ayrıldıklarıma bir daha dönememe olasılığının hüznünü çağrıştırır;- ‘dönüşler'se bir yeniden-kavuşma'nın bahtiyarlığını! ‘Yahşi'ye dönüyorum, işte!';- evet, çocuklar gibi şen…

Bu kaçıncı yaz olacak aynı mekânda ve neden hep aynı yer? Konfor mu, alışkanlık mı, korkular mı? Aynı mekân, aynı insanlar ve hatta aynı rüzgârlar… Bıkmıyor musunuz yeknesaklıktan?

Yahşi'yi 1981 yazında keşfettim ve ilk görüşte aşk: ‘Dünyada olmak istediğim yer!' dedim. O ve ondan sonraki yazlarda, sanırım 2000'lere kadar, Yahşi, kumsalları çöl laleleriyle donanmış, sessiz ve tenha, Elitis'i biraz değiştirerek söylersem, ‘mandalina ağaçlarının arasından esen rüzgâr'ın, sahildeki mısır tarlalarının, küçük ve dermeçatma motellerin [‘Alaaddin Motel'i, Moralı Motel'i nasıl unuturum!] bir aradalığı ile yaz'ın ta kendisiydi benim için.

Ben, her şey ‘hep aynı' [‘semper eadem'] olsun isterim. Başkaları yeknesaklığı can sıkıcı, hatta tahammülfersâ bile bulabilir;- ben öyle değilim! Yeknesaklık [monoton hayat, tekdüzelik, her neyse!], Tanpınar'ın Haşim için söylediği gibi ‘hayatı kasten daraltmak' demektir. Seviyorum, hayatı kasten daraltmayı! Algıyı ne kadar daraltırsanız, imgelemi o kadar genişletirsiniz, diye düşünmüşümdür.

İmgelemi genişletmek demişken, aslında tatile değil de yaz'lara gidiyormuşsunuz gibi geliyor bana. Ve yaz, sadece bir mevsim değil sizde, şiirinizin yapıcısı… “Ben şiiri bir yaz gününden öğrendim” diye bir dizeniz vardı… Nedir yaz'ı bunca önemli kılan?

Sen de söylüyorsun ya, ‘ben şiiri bir yaz gününden öğrendim!' Nasıl mı öğrendim? Dünyayı ve eşyayı en berrak, saydam, en yalın haliyle yazlar gösterir bana. Yaz, şiirsel bir aydınlanmadır. Yazın ansiklopedisinden okursunuz karabiber yapraklarının kokusunu! Yazlar, o kokularda, portakalın sesinde okunur;- dolunaya sadece yazları dokunursunuz! Yaz, beş duyunun beşiyle de algılanır. Budur!

Yaz'a bunca bağlılığın bir ‘mesele'si olmalı. Geçmişte yaşanmamış yazların tutkuyla, biraz da hınçla geri alınmak istenmesi mi acaba?

Yaşanmamış yazlar! O kadar çok ki! Yine bir dizemi anayım: ‘Bahçem, atık yazlarla dolu!' Bahçem, belleğimdi elbet. Yaşanmamış olanlar, ‘atık' olanlardı. Tutku evet, ama hınç değil! Onları, deyiş yerindeyse, ‘geri-kazanma' çabası. Anılar da yazın yazılır çünkü; -ve, ‘Geçmiş Yaz Defterleri'ne özenle yerleştirilir…

Yazlara ilk ne zaman uyandınız, nasıl çarpıldınız da bir ana unsur oldu yaz sizde; hava, su, ateş ve toprak gibi…

Evet, çok doğru... Yaz, benim için anasır-ı erbaa'yı, ‘anasır-ı hamse'ye dönüştürür: Beşinci unsur! Bunu hayatımın orta yaşlılık döneminde fark ettim ve Bodrum'da, Yahşi Yalısı'nda! Yaz'ın yoğun ve göz kamaştırıcı bir aydınlık olduğunu, orada keşfettim ve aydınlık tıpkı su gibi, hava gibi, toprak gibi, ateş gibiydi artık. Sana şaşırtıcı gelebilir, -Şebüsterî;'nin ‘Gülşen-i Râz'ını okumuştum ama ‘nurusiyah'ın da ne anlama geldiğini, ‘ilm'el yakî;n' değil, ‘ayn'elyakî;n' olduğunu, tıpkı şiir gibi, yazlardan öğrendim.

Yahşi Yalısı'nda akşamüzerleri balkonda geçen o okur-yazarlık zamanları için bir plan yapıyor musunuz, iş bırakıyor musunuz yaza? Yarım kalmış yazılar, tamamlanacak şiirler… Yoksa gelişine göre mi?

Genellikle büyük niyetlerle gidiyorum: Defterler, kitaplar, notlar! Tıpkı ‘eşref saati' gibi, benim için de ‘eşref yazları' vardır. Akşamüstleri, balkonda o iki ya da üç saat, inanılmaz bir verimliliği sağlamış olabiliyor. Bazen de hiçbir şey yapmadan, sadece müzik dinleyip kitap okumakla geçiyor o saatler…

‘Yaz' çift anlamlı, tevriyeli bir sözcük sizin için; hangi kitaplarınız, şiirleriniz yaz'da yazıldı?

İlk üç kitabım dışında, bütün kitaplarıma yaz aylarında başlandı ve büyük bir kısmı Yahşi'de yazıldı. Hep balkonda ve öğleden sonraları! ‘Moralı Motel'de, ‘Zeferya'da ve 1998'den bu yana da ‘Grand Levent Oteli'nde, 202 numaralı odada-onun balkonunda! Tevriye, bundan dolayı: ‘yaz: yaz'mak'…

Anılar özellikle sabahları mı yazılır, niye?

Bellek, bahçedir, demiştim ya- ondan! Bahçede sabahın sakin ve çiçeklerin ilk açılışları…

Bu yaz için planladığınız bir çalışma var mı? Eylülde nelerle döneceksiniz İstanbul'a?

Var elbette, ama bakalım! Hani derler ya, ‘neye niyet, neye kısmet!'

Yahya Kemal'in Ankara-İstanbul ilişkisini hatırlatarak sorayım… Bodrum'un, İstanbul'a dönüşünü seviyor musunuz?

Dedim ya, ben bütün ‘dönüşler'i severim, ama Yahşi'den İstanbul'a olan ‘dönüş' değil, ‘gidiş'tir benim için. İstanbul'a gidiş…

Hilmi Yavuz'un bir günü…

Bodrum'da Yahşi Yalısı'nda Hilmi Yavuz'un bir günü nasıl geçiyor, günleri, saatleri nasıl bölüyorsunuz? Neler var yaz'ın size sunduğu?

Çok sıradan geçiyor. Sabahları erken kalkıyor ve hızlı tempoyla 1 saat yürüyorum. Odamda kahvaltı ediyor [ki kahvaltı mönüsü hiç değişmez: Ceviz, fındık, 1 kaşık bal, kuru kayısı, altın çilek!], iki kupa su, ilaçlar ve 1 saat uyku! Saat 11.00 sularında denize, yüzmeye… Önceleri 20 dakika, sonra tedricen 40 dakikaya kadar! Sonra yine 1 saat uyku! Bitişikteki Vira Motel'de sabah kahvesi, bir şişe su ve gazeteler. Öğle yemeği, genellikle zeytinyağlılar, salata ve meyve ve bir şişe su! Sonra 1 saat uyku!

Akşam saat 17.00'den sonra iki ya da üç saat balkonda [güneş balkondan gitmiştir!] okur-yazarlık! Saat 20.00'ye doğru akşam yemeği! Sıklıkla balık! Sonra tekrar Vira'da kahve, dostlarla sohbet 24.00'te son haberleri izleme. İlaçlar ve uyku…

Çok sıradan, değil mi?

Benim makamım rast'tır

Geçmiş Yaz Defterleri'nin çoğu bölümünü Yahşi Yalısı'nda 6 numaralı odanın terasında, dağlara bakarak, Mozart (K 299) eşliğinde yazdınız. K 299'un sizdeki karşılığı nedir ve neler esinliyor? Handel, Moustaki, Kenny G. ve Vivaldi de var tabii. Başka neler dinlersiniz? Yıllar içinde bunlara neler eklendi?

1994 ve 1995 yazları benim karabasan yazlarımdı. Mozart'ın K 299'unu, Kenny G.'yi, Moustaki'nin ‘Le Méteque'i ile- onları, hiç durmamacasına, sürekli dinleyerek, sağalttım kendimi.

‘Eklentiler' deyince: Klasik Türk musıkisi deyince, benim makamım, Rast'tır. Bilenler bilir. Tatyos Efendi'nin ‘Bir gönlüme bir hâl-i perişanıma baktım' benim ‘olmazsa olmaz'larımdandır. İyi de söylerim bu şarkıyı. Şerif İçli'nin ‘Hasret dolu âhım'ı [ve bu şarkının son dizesini: ‘Her şey dile gelmiş, bana cânânımı söyler'] ve daha birçoklarını Lemi Atlı'yı, Udî; Nevres Bey'in Dede Efendi'nin ‘Yine bir gülnihâl'ine yazdığı ara-nağmeyi saymalıyım bu arada. Klasik musıkimiz benim için ancak sonbahar ve kış musikisidir- her nedense!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder