15 Ağustos 2014 Cuma

Yaş yetmiş, iş bitmemiş!

Sylvester Stallone’nin 80’li ve 90’lı yılların gözden düşmüş aksiyon yıldızlarını toplayarak piyasaya sürdüğü ‘Cehennem Melekleri’ serisinin üçüncü adımında da değişen bir şey yok. Wesley Snipes’ın dahil olduğu ihtiyar ekip, eski usul yöntemlerle yoluna devam ediyor.Kabzımal diliyle söylersek ‘ıskartalar’, Türkiye gündemine uygun ifadesiyle ‘tasfiye edilenler’... Gözden çıkarılmış ekip anlamındaki ‘The Expendables’ (Cehennem Melekleri) sinemadaki üçüncü macerasında da bildiğini okuyor. Barney Ross (Sylvester Stallone) ve ekibi, bu kez Ortadoğu ve Asya’da etkin olan bir silah tüccarını ‘paketleme’ işini alıyor. Peşine düştükleri acımasız silah tüccarının, Cehennem Melekleri ekibinin kurucusu ve Barney’nin uzun yıllar önce öldürdüğünü sandığı Conrad Stonebanks (Mel Gibson) olduğu anlaşılınca bütün planlar değişir. Barney, yaşlı ekibini tasfiye edip gençleştirme operasyonuna gider ve yeni bir takımla yola çıkar.80’li ve 90’lı yılların elden ayaktan düşmüş, mimiksiz birer kas yığınına dönmüş bütün aksiyon yıldızlarını bir araya getiren film; hikâye, senaryo, karakter oluşturma, söylem, zekâ parıltısı gibi alanlarda eskiye takılıp kaldığı için 2000’lerin dünyasına gelmekte zorlanıyor. Hal böyle olunca filmi izleyebilmek için bize üç yol kalıyor.Birinci yol: Nostalji. Cehennem Melekleri serisinde 80’li ve 90’lı yılların aksiyon yıldızlarının tarzları aynen korunuyor. Hatta üçüncü filmde topa giren Mel Gibson bile ‘Cehennem Silahı’ ve ‘Mad Max’ filmindeki karakterini hatırlatırcasına işi ‘çılgınlığa’ vuruyor. Cehennem Melekleri; zekâ kıvılcımı içermeyen operasyonlar, tek planın ‘kapıyı kırıp almak’ olduğu, her badirenin bilek gücüyle atlatıldığı aksiyon filmlerini hatırlayıp çocukluk ya da gençlik günlerinin dünyasına sinemasal bir yolculuk yapmak isteyenler için ucu bucağı görünmeyen bir çöl gibi. Bu devirde yazlık sinema aramak nafile ama AVM sinemalarında gazoz ve çekirdek bulabilirseniz nostaljinin dibini görürsünüz!GENÇLEŞTİRME OPERASYONUİkinci yol: Gençleştirme operasyonu. Filmi, ‘başkanların çiftliği’ olmaktan bir türlü kurtulamayan ülkemiz futbol takımları için sıklıkla gündeme gelen ‘gençleştirme operasyonu’ penceresinden izleyebilirsiniz. Malum, Almanya söz konusu olduğunda Dünya Kupası’na kadar uzanan bu ‘süreç’ nedense ülkemiz için daima bir ütopya olarak kalır. Eskilerin tecrübesiyle gençlerin dinamizminden bir ‘takım oyunu’ çıkarma hülyasının sinemadaki versiyonu olarak görebilirsiniz ‘Cehennem Melekleri 3’ü. İkinci filmde Liam Hemsworth ile uç veren gençleştirme çabası, bu kez Victor Ortiz, Ronda Rousey ve Kellan Lutz ile devam ettiriliyor. Sonuç, bizim Milli Takım’ın hali gibi. İşler kötü gidince hemen eskilere sarılıyor Barney Ross.Üçüncü yol: ABD’nin paramiliter yayılmacılığı. Bu yol biraz daha zor. Zira filmi izlerken, hatırlamak istemediğiniz onlarca görüntü belleğinize gelip yerleşecek. Barney Ross ve ekibini, dünyanın her ülkesine elini kolunu sallayarak girip operasyon yapan, ‘üçüncü dünya’nın sokaklarında, dağlarında, yollarında sokak köpeği itlaf eder gibi adam öldüren ve ne hikmetse hiçbir kolluk kuvvetinin mukavemetiyle karşılaşmayan ABD’li ‘kahramanlar’ın paramiliter kalıntısı olarak göreceksiniz. Hatırlayalım, serinin ilk filmi diktatörlükle yönetilen bir Güney Amerika ülkesinde; ikinci film, ‘Başkanın Adamları’ndan (1997) bu yana bir kabile devletiymiş gibi beyazperdeye yansıtılan Arnavutluk’ta; üçüncü film ise Türkmenistan ve Özbekistan isimlerinden türetilmiş Azmenistan adlı hayalî bir Orta Asya devletinde geçiyor.Evet, ‘Cehennem Melekleri 3’ü izlemek için önünüzde üç yol var. Tercih sizin; dileyen ‘kafa dağıtmak’ ya da sıcak havalardan serin salonlara kaçmak gibi dördüncü ve beşinci yolları da seçebilir. Aksi halde; senaryo, hikâye, yönetmenlik ve estetik bakımından hiçbir zekâ pırıltısı ve özgünlük içermeyen bu gürültülü, bol patlamalı, klişe yumağı filme katlanmak pek mümkün değil.Öte yandan, Cehennem Melekleri serisinin fikir babası Sylvester Stallone’ye de kızamıyorsunuz. Bunca yıl, kahraman diye peşinden koşulan elsiz ayaksız kötürümlerin memleketi geleceğe taşımasını beklerken, bir anda ‘Back to the Future’ efektiyle 1930’lara ışınlandığımız düşünülürse Stallone ve arkadaşlarının 80’ler - 90’lar ısrarı gayet masum. İçinden geçtiğimiz ‘süreç’ bize sürreal gelmiyor ise sinemanın elden ayaktan düşmüş bu ihtiyar takımının geçmişte takılıp kalmasını çok görmemeliyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder