9 Ağustos 2014 Cumartesi

Adı mektup, kendisi öykü

Günümüz öykücülüğünün önemli isimlerinden Nalan Barbarosoğlu, son kitabı Okur Postası’nda, edebiyatımızın belli başlı yazarlarına mektup biçiminde yazdığı öykülerle, bir yazar olduğu kadar bir okur olarak da dönüp yürüdüğü yollara bakıyor. Barbarosoğlu, dergilerde kurgusal isimlerle yayımlanan bu öykülerin oluşma sürecini ve kitabın serüvenini anlattı.Mektup biçiminde öyküler yazma fikri nasıl oluştu?Kendiliğinden. Hikâyesini şöyle özetleyebilirim: 2005’te Sevgili Leylâ Erbil’in Üç Başlı Ejderha’sı için bir yazı yazmak istiyordum ama kitap tanıtım yazılarının formatından ve köşeli dilinden sıkılmıştım sanırım. O kitabı okuyan bir okur hayal ettim ve kitabı okurun kendi dünyası içinde, kendi hikâyesiyle kesiştiği yerden anlatmak istedim. Böylece mektup formu kendiliğinden çıktı. Sonra bunu sürdürdüm.Okur Postası’nda Selim İleri’den Leylâ Erbil’e, Murat Gülsoy’dan Haydar Ergülen’e, Roni Marigulies’ten Ferit Edgü’ye yazılmış mektup öyküler var. Mektupları alan yazarların tepkileri nasıl oldu?Çok sevgili Yücel Balku dışındaki tüm yazarlarımız mektuplarını dergilerde okudular. Yücel Balku’nun mektubunu ölümünden sonra yazdım çünkü. Aramızdan ayrılan Leyla Erbil de, Didem Madak da kendilerine yazılan mektupları yazıldıkları tarihte okudu. Hatta mektup yazarını tanımak istediler. Leyla Erbil’in Radikal Kitap’a, Didem Madak’ın Virgül’e telefon edip mektup yazarını tanımak istediklerini, kim olduğunu merak ettiklerini bugün gibi anımsıyorum. Bu mektuplar, mektup yazarlarının adıyla Radikal Kitap, Virgül ve No dergilerinde yayımlandı. O mektuplardan hayali mektup yazarlarımın adlarını vererek alıntılar yapanlar da oldu. Dergi okurları onların varlığına inandı. Benim hiç adım geçmiyordu. Ama mektup alan yazarlardan adımı saklamak bir süre sonra çok zor olmaya başladı. Yazarlar, mektubu yazanın ben olduğumu zaman içinde öğrendi. Gerçekten bu mektupları yayımlayan dergilere teşekkür etmek istiyorum. Formatlarını zorlayarak bu mektuplara yer verdiler. Dergi okurlarının da bunu yadırgamaması, benimsemesi benim için gerçekten mektup biçiminde öyküleri yazmayı sürdürmem için itici güç oldu.Mektup, yazarını yoğun bir biçimde özneleştirir, merkezde tutarken öykü ve roman gibi kurmaca türlerde ise yazar, kendisini bir başkasının yerine koyarak yol alıyor. Bu bağlamda ‘mektup öyküler’in yazımında ne tür zorluklar ya da kolaylıklarla karşılaştınız?Doğrusu özel bir zorluk ya da kolaylık yaşamadım. Benim için öykü yazmaktan farksızdı bu mektupları yazmak. Öyküde olduğu gibi öykü kişisinin dünyasına girmem ve hayata/dünyaya oradan bakmam yeterliydi. Tabii bu mektuplarda hayali okurların okudukları kitabın dünyasına, kendi hikâyeleriyle kitaptaki hikâyenin kesişme noktalarına odaklandım.Sadece bir öykü yazarı değil, aynı zamanda öykü mutfağının bir emekçisiniz. Kanımca Okur Postası, her iki özelliğinizi buluşturan bir tılsıma da sahip. Ne dersiniz?Evet, haklı olabilirsiniz. Arka plandaki birikim, kalemimi hafifleştirmiş olabilir. Okur ve yazarı bir mektupta bir araya getirmek, inanın benim için çok keyifli bir yazım süreci. O doğal gerginlik kışkırtıcı bir hal alıyor zamanla.Öykülerde bazen yazarlara çeşitli sorular da yöneltiyorsunuz. Söz gelimi Selim İleri’ye, “Hayatın da bir hayatı olmasın, bizim gibi Selim Bey?.. Ölümsüzlüğü arayan insan, ölümsüzlüğün bir parçası olduğunu görmüyor mu sanki?” şeklinde bir sorunuz var. Bu sorular, karşımıza yeni metinler çıkarabilir mi?Doğrusu, hiç düşünmemiştim. Ama neden olmasın? Olabilir kuşkusuz. Ama bir mektubu bitirdikten sonra, bir daha hiç dönüp ona bakma ihtiyacı duymadım. Artık dergide yayımlanmasıyla birlikte, mektup yazarıyla yazar ve genel okur arasında gelişti mektupların hayat içindeki hikâyesi. Benden çıkmıştı. Ben bir aracıydım belki sadece.Öyküleri yazarken ilgili yazarın kitaplarından da söz açıyor, çeşitli alıntılar yapıyorsunuz, yazara ve kitaplarına göndermelerde bulunuyorsunuz. Sanırım hazırlık aşamaları uzun süren öyküler oldu?O kitabı okuyan okurun hayatına girdikten sonra, elbette onun ilgisini çeken, onu yazara mektup yazmaya kışkırtan kitaptaki bölümleri saptamam gerekiyordu. Gerisi, her zaman çorap söküğü gibi geldi.Öykülerinizde, yazarların, kitapların okurun dünyasında, hayatında ifade ettiği anlamları gösterirken bir yandan da bazı öykülerinizde söz konusu yazarların biçemlerini de yokluyorsunuz? Bu anlamda Okur Postası, Nalan Barbarosoğlu’nun yazarlık sürecinde nasıl bir deneyime karşılık geliyor?Bu sorunuzu yanıtlamak epeyce güç benim için. Sadece şunu söyleyebilirim, çok keyifle ve istekle yazdığım mektuplardı. Mektupları yazarken mektup sahibiyle yazar arasından kendimi olabildiğince çektim ya da çekmeye çalıştım; kendi özel ilişkilerini oluşturmalarına özen gösterdim. Biçemlerini yokladığım yazarlar varsa, o mektubu yazan kişinin eğilimlerinden, bir okur olarak kitapla kurduğu ilişkidendir. Zaman zaman hâlâ kendimi yine bir yazara mektup yazan birini yazarken buluyorum. Kendi üstüne kapanan bir hikâye bir okurun kitapla ve o kitabın yazarıyla kurduğu ilişki... Kapanan ve yeni hikâyelere açılan. Belki de Sevgili Oğuz Atay’ın “Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya” öyküsünün bendeki silinmeyen etkisinden, o öyküdeki yazarın sonsuz ve derin yalnızlığından kaynaklanıyordur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder