11 Ekim 2014 Cumartesi

‘Gül ve lale devrim geçti, şimdi Nergis devrimdeyim’

Nazan Bekiroğlu, iyi bir romancı, öykücü ve denemeci. Kalemini edebiyattan yolculuklara, sinemadan fotoğrafa geniş bir alanda gezdiren yazar, edebiyat üzerine denemelerini "Kelime Defteri" (Timaş Yayınları) adıyla kitaplaştırdı. Sonra biz sorduk, o anlattı; denemeyi, kelimelerini, gazete yazarlığını ve okurla ilişkisini...Mimoza Sürgünü ve son olarak Kelime Defteri'nin kapakları da birer sanat eseri. Bildiğim kadarıyla bizzat ilgileniyorsunuz kapaklarla. Zarf-mazruf ilişkisine nasıl bir anlam yüklüyorsunuz?Teşekkür ederim. İkisini de Ravza Kızıltuğ tasarladı. Ekrana bakarken ben de onun omuz başındaydım. Kitap kapağı benim için önemli. Çünkü o da metnin dünyasına dâhil ve ben görmeyi seviyorum.‘Kelime Defteri' rastgele bir isim değil. Çoğu yazının ucu da kelimeye çıkıyor. Sizin için edebiyat da hayat da ‘kelime'den başlıyor sanırım. Nedir biz faniler için kelimelerin anlamı? Hepimiz aslında birer kelimenin oğlu-kızı mıyız?Dilin kendisi bana bir mucize olarak görünüyor. Konuşmak ve yazmak. Cümle kurabilmek. Kelime de öyle. Aynı zamanda ürkütücü. Kelimenin tene değdiğini, kestiğini hatta öldürebildiğini biliyorum. Kelimeler hayatın ta kendisi ama hayatla aramıza giren engel de.Hayatınıza anlam katan ve sizi en iyi anlatan on kelimeyi sorsam…Her yazar elli kadar kelime etrafında oluşturur temel izleğini. Ama on'a indirmeye gayret edersem sanırım şöyle: Aşk, ezel, zaman, insaniyet, empati, acı, şefkat, tabiat, fıtrat, dil.Kelime Defteri ‘edebiyat üzerine denemeler'den oluşuyor. Deneme'yi nerede gördüğünüzü merak ediyorum; bir ara tür mü deneme sizin için? Romanla karşılaştırınca nerede duruyor?Her yazar kendisini bir türde en iyi ifade eder. Benim kendimi en iyi ifade ettiğim tür roman. Fakat yazı dünyamın denemesiyle, hikâyesiyle, romanıyla bir bütün olduğunu biliyorum. Romanımla denemem arasında hiyerarşi değil bütünleme söz konusu. Romanlarımın arka planını dikkatli gözler denemelerimden takip etmişlerdir. Daha yazılış sürecinde Nar Ağacı'nın rengi bu köşeden sızdırdı kendisini. İsimle Ateş Arasında'nın, Lâ'nın ve Yusuf ile Züleyha'nın meseleleri bu köşede gösterdi kendisini.Mesela, denemede anlatamadıklarınızı romanda mı anlatıyorsunuz yahut tam tersi?Deneme, roman yazma sürecimin çilekeşi, sırdaşı olmanın yanı sıra beni roman sayfalarını denemeyle doldurma acemiliğinden de kurtardı. Bilirsiniz roman yazarken bazı sayfaların denemeye dönüşmesi riski her zaman vardır. Bunları kesip atmak kolay değildir. Onları denemede anlatırım. Ay'ı kırpıp yıldız yapmıyorum. Yani deneme, romanımın arka bahçesi değil ama arka planı. Zihin ve duygu haritam onlarda kayıtlıdır. Denemem olmasa eksik kalırım.Salâh Birsel, köşe yazısından deneme olmaz der ama ben ve siz dâhil pek çok yazar gazetede deneme yazıyoruz. Denemeye ihanet mi bu? Yoksa gazetenin edebiyata hizmeti mi?Denemeye ihanet değil. Deneme ile Salâh Birsel'in kastettiği köşe yazısını ayırıyorum ben. Sizin, benim ve benzer köşe yazarlarının yazdıkları genelgeçer anlamda köşe yazısı değil. Ve bunların bir alıcısı varsa gazete edebiyata hizmet ediyor demektir. Bu köşe bana ilk teklif edildiğinde siyaset yazmaktansa insaniyeti göstermeyi önceleyen biri olarak “köşe yazısı” yazamayacağımı söylemiştim. Meşrebim bu benim. Sonra anlattılar ki zaten benden beklenen de genelgeçer manada köşe yazısı değil. Bu, hele de günümüzde bir gazete için riskli görünebilir. Ama onurlu, değerli ve gerekli. Gazete sadece haber ve yorum değil, kültür hizmeti de vermeli. Pek çok klasik romanın önce gazetelerde tefrika edildiği unutulmamalı.Deneme yazarlığınız Zaman'daki yazılarla başladı, yanılıyor muyum? Bu anlamda biraz cebrî oldu diyebilir miyiz? Okurla aranızda nasıl bir ilişki gelişti bu süreçte?Büyük ölçüde Zaman'da başladı. Önceden de deneme yazıyordum ama bir deneme kitabı çıkarmak aklımdan geçmezdi meselâ. Bu köşe beni dağınıklıktan kurtardı, disipline etti. Haftalık zorunluluk olmasa bu yazıların büyük ihtimalle hiçbiri yazılmazdı. Bazen cebriliğin de faydası var. Nadir de olsa zorlandığım, yazmak istemediğim haftalar oldu. Fakat bu yazıların çoğunu severek, isteyerek yazıyorum. Diğer yandan benim kendimi kısa periyotlarla ifade ettiğim tek yer de bu köşe. Aktif bir sosyal medya kullanıcısı değilim. Bu yüzden bu köşe benim için önemli. Zaman okurunun vefakârlığını ise her fırsatta dile getiririm. Dertleşiyor, halleşiyoruz. Birbirimizi görmesek de.Mimoza Sürgünü'ndeki bir denemede, “Ben biraz azalsam. Sadeleşsem. Durulsam” demiştiniz. Bu kaygı, Kelime Defteri'nde de sürüyor. Mesela “Bu kadarcık kitapla da yaşanırmış” yazınız… “Boş bir sayfa gibiyim. Yepyeniyim. Çok sadeyim…” diyorsunuz. Ve o “Ben artık düz cümleler kurmak istiyorum” yazınız... Nedir bu sadeleşme, durulma arzusu?Gül devrim, Lale devrim geçti, şimdi Nergis devrimdeyim. O kadar gürültülü ve kalabalık akan bir hayattan sonra gelen sadeliğin değerli olduğunun da farkındayım. Kül suyunun berraklaşması gibi. Üslubum sanırım böyle de gidecek. Çünkü iç dünyam sadeleşme temayülünde. Nokta'ya kadar gidebilirim.Kitaptaki metinler, sizin farklı ilgi alanlarınızı da açığa vuruyor; Rus yazarlar, sinema, internet, plastik sanatlar, müzik, nesneler ve okuma serüveniniz… Denemenin bu pervasızlığına ne diyeceksiniz?Harika, diyeceğim. Denemenin benim için cazibesi sonsuz bir zenginleşme alanında kalem oynatma hakkı vermesi.Kelime Defteri hangi okurların hangi derdine derman olacak?Başkalarının hikâyelerinde kendimizi anlayabilir ve onarabiliriz. Bir romanın, bir filmin hikâyesinden insanlığa ve kendine dair bir anlama çabası çıkarmak isteyenler Kelime Defteri'nin talip olduğu okuyucuyu teşkil eder. Çünkü Kelime Defteri, ilgilendiği metinler üzerinden dünyayı ve şu zor insanları anlama derdinde. Edebiyat tahlili yapmak niyetinde hiç değil. Çok zor bir dünyada yaşıyoruz. En azından bana öyle geldi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder