4 Mart 2015 Çarşamba

"En iyi denemeciler sürekli okunur"

Yazar, müzisyen, yönetmen ve ressam... Bu sıfatları taşıyan Mehmet Güreli, sanatın faklı alanlarında önemli eserler verdi. Alope'nin Odası, Hayaller ve Sokaklar, son olarak Bedrufi'nin Nefesi adlı yapıtların yazarı olan Güreli; Vapurlar/Blues, Cihangir'de Bir Gece, Yağmur, Odamda Yolculuk, İplerin Kopuşu gibi müzik albümlerine imza attı. Vapurlar, Bir Oyuncunun Portresi: Necdet Mahfi Ayral (Belgesel), İstanbul'a Yolculuk (Dünya Yazarlarının Gözüyle, Belgesel), Gölge (Peyami Safa'nın Selma ve Gölgesi kitabından) gibi filmleri çekti. Taraf gazetesi kültür sayfasında her perşembe köşe yazıları da yazan Mehmet Güreli, ekim ayında yazdığı veda yazısıyla gazeteden ayrıldığını duyurdu. Mehmet Güreli ile son deneme kitabı Bedrufi'nin Nefesi üzerine konuştuk.Bedrufi Nefesi'ni okurken ister istemez sormak gerekir, kimdir Bedrufi ve Mehmet Güreli'nin yazarlık serencamında nasıl bir yere sahiptir? Kierkegaard şöyle der: “İnsanların çoğunun idealleri büyük ve olağanüstüdür; asla gerçekleşmez.” Kendi hakkında ya da kendi başına düşünürken insan öyle hülyalara dalar gider ki bazen, hangi tema onun ilgi alanında onunla çok yakındır, tam anlamıyla kestiremez. Öylece bakar kalır kelimelere. İşte bir ikinci bakışa gereksinme duyduğunu haykırır bazı notlar. Üzerleri çizilmeden, önemleri vurgulanmadan bir çağrıdır bu. Yol gösterildiğinde de yürüyemezsiniz hemen. Kuşkular erimez bir anda. Boşlukta sallanırken hele hiç güvenmezsiniz adımlarınıza. Her çizgide bir tereddüt, bir şüphe, bir eritilmiş amacın gölgeleri gizlidir. Öteki dediğiniz tanınan biridir, sadece yazdığı beldeler silikleşir zamanla, yolda silinir; size ulaştığında size öğretmek için yazmadığını hemen anlarsınız. Ama boşu boşuna olmadığını da. Hayatın gördüğünüz kadarıyla ilerlediğiniz alanında küçük bir sekme, bir çelme bile sizi uyarmayabilir çoğu kez. Oysa her şeye hakim olabildiğinize o kadar inanmış mısınızdır ki? O sekmenin bir işaret olduğunu da anlamayabilirsiniz. Yoldan çıkmış olsanız bile, hatta düşseniz bile… Bir yeni ışıktır bir filozof.Bedrufi de bir gün yazılarıyla gelivermiştir öyle. Tüm birikimini sizin odanıza bırakıvermiştir. Bir gün bana şöyle demiştir: “Bildiğiniz oyunu oynayın, bilmediğinizi seyredin.” Bana, her şeye başka açılardan bakmayı göstermiştir. Zaman içinde satırlar hayat bulur onda. Sizden hiçbir şey beklemeden açar dünyasını. Düşündüklerini döker ortaya. Beklentilerinize cevap vermek için oraya geldiğini düşündüğünüzü bilir. Söyleyeceğini söyler, yazacağını bırakır gider. Bir kurtarıcıdan çok bir yardımcı gibi hisseder kendini. Gerçek adını bile tam söylemediğini düşündürür insana. Bir muamma gibi görünür; oysa bir şeyi bile çözse mutlu olacak biridir. Kaprisleri üzerine düşünen Cioran gibidir; hem uykusuz, hem dost, hem de derinlerde yüzmekten korkmayan biri… Kendi söyleyeceklerinizi Bedrufi üzerinden ifade ederken denemeye de alan açmış oluyorsunuz. Çünkü deneme, başka yazarların dediklerine de fazlaca imkân sunan bir tür, yanılıyor muyum? Deneme, bir yolculuk gibidir. Her denemeciye göre de yolu yordamı farklıdır. Bazılarıysa hiçbir yere gitmez görünürler. Oturdukları koltuktan resmederler dünyayı. Hiç yerlerinden kalkmadan sunarlar her şeyi size. Kimi romandan söz eder, kimi şiirden. Haydut, kürek mahkûmu ve sahte kuklacı, Ginesillo de Parapilla ve ayrıca Pedro Usta adlarıyla da anılan Gines de Pasamonte kendi yaşamını anlatan bir kitap yazmaktadır. “Kitap bitti mi?” diye sorar Don Kişot. Gines şu yanıtı verir: “Yaşamım bitmediğine göre kitap nasıl bitsin?” Bazıları nasıl yazdığını anlatır, bazıları nasıl okuduğunu. Hayat, denemenin ilgi alanları içinde sere serpe uzanır, öylece akar gider. Bazılarında filmler yeniden başlar akmaya. En iyi denemeciler sürekli okunur. Birden karşınıza hiç duymadığınız bir yazar ya da sinemacı çıkabilir. Ve sizi bilmediğiniz bir beldeye taşıyabilir. Carlos Fuentes okurken Kenji Mizoguçi'nin 'Yağmur Sonrasının Solgun Ayının Öyküleri' filminde bulabilirsiniz kendinizi. Deneme, prensiplerden konulara atlamak değildir. Sadece inceliklerle dolu, bilgi yüklü ve güler yüzlü geçişlerin türüdür. "Şuna inanırım, hakikat eğer varsa bir kelimeye sığar zaten." diyorsunuz. Bu biraz da yaş almanızla ilgili olabilir mi? Çünkü gençlikte hakikat bazen bir davada, bazen bir ideolojide bazen de Tanrı'da bir kelimeye sığacak kadardır. Yanılıyor muyum? Bu biraz da hakikatin saflığını, yalınlığını karşılıyor bence. Yoksa yıllar içinde yol almayla bir ilgisi yok. Size doğru gelen çizgide ilerlemenizle ilintili sadece. Bir tür prensipleri saptama meselesi. Ayrıca kendinizi korumayla da bağlantılı değil. Seçimle, davranış özelliklerinizin alanlarıyla iyi okumalar gerekiyor. Geçmiş, bize hakikate ne kadar yaklaşmış olduğumuzu gösteriyor, hatta hiç yaklaşamadığımızı da gösterebilir. Bu yüzden zaman hiçbir şey ifade etmiyor. Siz kıyaslamalarla, deneylerle sonuçlara varıyorsunuz. Saf aklınızın tarihi kaç kelimeyle yüreğinizi temiz tuttuğunuzu size söyleyecektir mutlaka. Ahmet Altan özelinde yazarın hakikate bağlılığı, rüzgâra göre yön değiştirmesi meselesi üzerine söz açıyorsunuz. Sanırım böyle yazarlar edebiyatımızda nadir olarak karşımıza çıkıyor? Evet, bazı yazarlar zor bulunur. Onların yazdıkları ise hiç kaybolmaz. Onlar hiçbir zaman unutulmazlar da. Fırtınayı da çok güzel anlatırlar, hayatın büyüsünü de. Onları okumak zevktir. Okuduğunuz bir hikâyeyi bile onlardan bir daha okusanız, yeni duygular, farklı titreşimler yaşarsınız. Ayrıca denemeler yeni denemelerin de habercisidirler. Birbirlerini çoğaltırlar, birbirlerinden beslenirler ve sizleri başka kitaplarla, yeni yazarlarla da tanıştırırlar. Maksim Gorki şöyle der: “Kitap yazmayı kendileri için bir zanaat, bir 'geçim vasıtası' olarak görenler vardır; onlar insanla ilgili yalan söylemezler, insanı olduğundan daha kötü göstermezler.” Bu yüzden de bazı yazarlar kolay yetişmez ve onlara çok az rastlarsınız. Evet, bazı yazarlar zor bulunur. "Hayatı şimdiki zamandan uzak tutmalı, onun aceleci, aç gözlü, kıskanç bakışlarından da sakınmalı." cümlenizi okurken aslında her an şimdiki zamana mahkûm olmanın çaresizliğini de hissediyor insan. Hayatı niçin şimdiki zamandan uzak tutmalı, sakınmalı?" Herodot'un sadece tarihe değil, insanın yaşamına da ilişkin bir yasasından söz etmeli: “Talih insana sonuna kadar yar olmaz.” Hayatı da çok çabuk verilen kararlardan biraz uzak tutmalı gibi geliyor bana. Hiçbir yapıt bir anda oluşmuyor. Onun zaman dilimi içinde yavaş yavaş kendini bulması gerekiyor. Bir düşünce, bir fikir için de aynı şey tabii. Kelimelerle örse de kendini bir yapıt, uzun yaşayabilmesi için çok sayıda tarih, felsefe, edebiyat okumaları yapması gerekiyor. Tarih senin hemen bir şeyler söylemeni değil, kalıcı olabilecek doğru şeyler söylemeni değerlendirir eninde sonunda. Bugün dendiğinde dün ve yarını anlamalıyız. Ve yine Herodot'la bitirelim: “Nasıl başlanacağı bilinir, nasıl biteceği bilinmez.” Denemeyle bir hayli hemhal olmuş, pişmiş bir kaleminiz var. İyi bir deneme yazısı sizce hangi niteliklere sahip olmalıdır? Denemede insanı çeken belki de büyük usta Montaigne'in, “Ruhum şöyle bir yere tutunabilse, kendimi denemekten vaz geçer, ben de kararlı bir kişi olurdum: ne yapayım ki ruhum çıraklık çağından, deneme çağından bir türlü kurtulamıyor”, sözlerinde saklı. Hayatının sadeliğinde ve kendini tanımaya harcadığı çabanın içinde gizli. Amacı da Zweig'in dediği gibi, kendinden yola çıkmak ve yine kendine varmaktır. Ve tüm bu çabalar bir anlamda okumayla başlar kuşkusuz; ikinci merhale de yazmaya hazırlık. Montaigne'in de inanmak güç de olsa Rönesans çağına kadar yazılmış her metni okuduğu söylenir. Bu da tabii denemenin temel taşları. Notlar ve biriktirmek. Sonrası ise onlar için defterler yaratmak, önemli bulduklarını yeniden hayata geçirmek. Denemenin ustalarını tanıdıkça zaten iyi denemeye ulaştığını hissetmeye başlar okur. Heyecanlandıkça, notlar aldıkça, ulaşmak istediği kitaplar çoğaldıkça yeni bir şeylerle karşılaştığını da bilir. Benim için de iyi deneme, geçişlerin, ipliklerin, bağlantı yerlerinin hissedilmediği, kişinin akışın büyüsüne kendini kaptırmasıdır. Değişik, uzak bir konuya bile insanı yakınlaştırabilmesi, sıcaklık duymayışını sağlayabilmesidir. Bir yazınızda, “Ne kadar derin, ne kadar kutsal bir şeydir bazı kişilerden sürekli söz etme ihtiyacını duymak. Onların ölümsüzlüğünü hissetmek, yapıtlarının içinde yaşamak ve dünyayı sanki onların kestiği bir camın içinden seyre dalmak.” diyorsunuz. Tam da bu bağlamda sormak isterim, yazarlık tutumunuzu etkileyen, kaleminizi besleyen yazarlar ve kitaplar hangileri oldu?“Bedrufi'nin Nefesi” bir anlamda son ilgilendiğim, yeni bulduğum yazarlar, sanatçılarla çocukluğumdan bu yana hiç vazgeçmediklerimin buluşması sayılabilir. Cervantes, Stefan Zweig, Sait Faik, Andre Suarez, Nabokov, Rilke, Robert Walser, A. Platonov, S. Birsel, Ahmet Rasim, Beckett, Thomas Bernhard, Hamsun, Refik Halid, Henri Michaux, Kafka, Panait İstrati, Georges Simenon, Borges, Poe, Primo Levi, Kierkegaard,Cioran ve niceleri… Zaten evimin bir köşesi bu yazarlara ayrılmıştır. Diğer bölümlerde de hayran olduğum sinemacılar yer alır. Hayat bu kitaplar arasında yaşamaktır bir bakıma ve geçişler çok önemlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder