4 Kasım 2014 Salı

Türkiye, sanat yarışında sahnenin dışında

Dünyaca ünlü iki müzisyen, piyanist besteci Hüseyin Sermet ve şef Alpaslan Ertüngealp geçtiğimiz cumartesi akşamı İş Sanat'ın 15. Sezon açılış konserini Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrasıyla birlikte verdiler. Öncesinde konseri, ülkemizde klasik müzik ortamını ve Türkiye'nin sanat politikalarını konuştuk.Dünyaca ünlü iki isim, piyanist Hüseyin Sermet ve orkestra şefi Alpaslan Ertüngealp... Sermet, Harika Çocuk Yasası'yla küçük yaşlarda Fransa'da eğitime gönderildi. Dünyanın en önemli klasik müzik sanatçılarıyla çalıştı, önemli salonlarda konserler verdi ve 59 yıllık hayatına sayısız ödül sığdırdı. Ertüngealp'in de müzik yolculuğu 7 yaşında piyano çalmasıyla başladı. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı, ardından Budapeşte ve son olarak şimdiki ismiyle, Franz Liszt Müzik Üniversitesi'nde aldığı eğitimlerle kariyerine orkestra şefi olarak devam etti. Dünyanın önde gelen orkestralarını yönetti, 2002 yılında kendi oda orkestrasını kurdu, 2011'den bu yana ise Berlin Filarmoni Orkestrası'nın asistan şefliğini yürütüyor. Bu iki ustayı bir araya getiren ise İş Sanat'ın 15. yıl açılış konseriydi. Konserde iki dev eser icra edildi. İlki Beethoven'ın “Günün birinde içimizden birinin çıkıp da bu seviyede bir konçerto yazabileceğini hiç tahmin etmiyorum” dediği, Mozart'ın 30 dakikalık 24. Piyano Konçertosu, diğeri Avusturyalı besteci Gustav Mahler'in bir buçuk saate yakın süren son eseri, 9. Senfoni. 9. Senfoni'nin ilginç de bir hikâyesi var. Klasik müzikte 9 sayısının uğursuzluğuna inanılıyor, bunun sebebi de Ludwig van Beethoven, Antonín Dvořák, Franz Schubert ve Anton Bruckner gibi büyük bestecilerin 9. Senfonilerini yazdıktan sonra vefat etmeleri. Mahler de deyiş yerindeyse bu büyüyü bozmak için sekizden sonra bestelediği esere “Das Lied von Der Erde” ('Yeryüzünün Şarkısı' olarak çevrilebilir) ismini veriyor. Daha sonra 4 bölümden oluşan ve ölümü anlattığı eserini besteliyor (1. Bölüm aşkın, sevginin, güzelliğin ölümü, 2. Bölüm saflığın ve sadeliğin ölümü, 3. Bölüm toplumun, sosyal yapının ölümü ve 4. Bölüm hayattan ve sevdiğimiz her şeyden vazgeçmek) ve bu eserini, yani 9. Senfonisini, bir kez bile dinleyemeden vefat ediyor. Ertüngealp bu senfoniyle ilgili “Biz bu eseri her şeyin sonu gibi algılasak da, her son bir başlangıcın habercisi ve besteci ümitsiz değil bunu yaparken, inançlı biri çünkü. Eserin sonu biz müzisyenlerin bile bugüne kadar ulaşamadığımız bir ruh halinde. Sanki bizim için öbür dünyanın kapılarını açmış ve bizim başımızı şöyle bir sokmamızı sağlamış.” diyor. TÜRKİYE'DE VASATLIK HÂKİM Sermet ve Ertüngealp davet edildikçe gelip Türkiye'de konser veriyorlar. Sermet bu noktada bir sitemini dile getiriyor: “Özel teşebbüsler olmasa biz gelemiyoruz Türkiye'ye.” Ertüngealp de söze giriyor, “Türkiye'nin en büyük zaafı, kalifiye müzisyen, hoca, mesleğine saygısı olan, özellikle de bestecisine, çok az Türkiye'de. Varlar ama onlara da fırsat verilmediğini görüyorum.” diyor. Sebeplerini sorduğumuzda ise her alanda karşılaşmanın mümkün olduğu bir yapıdan söz ediyor şef. Ona göre, her meslekte olduğu gibi bu meslekte de belli bir seviyeyi aşamamış insanlar var, onların bir yere gelmesi kolay değil, ama bir kere gelince de vahşi bir şekilde pozisyonlarını koruyorlar. Bu grup kalabalıklaştıkça ve birbirini kollar hale geldikçe aradan kimse sivrilemiyor ve vasatlık hâkim oluyor. Bu noktada söz ülkenin sanatçı yetiştirememe sorununa da geliyor. Sermet, dünyadaki rekabetin artık prestij kavgasıyla, yani spor ve sanatta elde edilen başarılarla devam ettirildiğini anlatıyor. “Söz gelimi Bolşoy Çaykovski'nin Fındıkkıran'ını dört dörtlük sahneliyor, Amerika da mesela, ‘West Side Story' ile buna karşılık veriyor.” Türkiye ise sahnenin tamamen dışında sanatçıya göre. Bu konuda ciddi bir reform yapılması gerek, “Ancak reform yapacak insanların da bu çapta olması lazım. Ben sanat politikasını tayin etmek için getirilen kişilerin sanatla nasıl bir ilişki içinde olduklarını çok merak ediyorum.” Görüşmemizin bir yerinde iki ustaya ülkedeki klasik müzik izleyicisini soruyoruz. Hüseyin Sermet dikkat çekici bir tespitte bulunuyor. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'yla katıldığı konserlerde salonların yarısının boş olduğunu, ama özel kurumlar için verdiği konserlerde üç ay önceden biletlerin satıldığını anlatıyor. Sermet'e göre, “Seyircinin züppe olduğunu, yahut bir kesimin züppeleşmekte olduğunu müşahede ediyoruz. Diğer taraftan aynı insanların içinde hakikaten müzik meraklısı ve izleyenler varsa, İstanbul Devlet Senfoni'nin konserlerine neden gitmediğini araştırmak ve sebeplerini bulmak gerekiyor.” Ertüngealp de üç yıl önce Küçükçekmece'de verdikleri bir konseri anlatıyor. “Bu kadar heyecanlı, bu kadar sevecen ve mutlu bir halkı İstanbul'un belli merkezlerinde göremezsiniz.” diyor ve ekliyor: “Bizim buralarda, merkezi yerlerde konser yapmamız, uzak bölgelerde oturanlar için, aslında faydadan çok zarar. Çünkü belli bir seyircimiz oluyor ve o çekirdekte hiçbir yenilenme olmuyor. En acıklı tarafı bu.” Nerede, ne zaman? Hüseyin Sermet, 20 Kasım'da Akdeniz Üniversitesi Atatürk Konferans Salonu'nda ve 24 Kasım'da 15. Uluslararası Antalya Piyano Festivali'nde, ayrıca 4-5 Aralık'ta Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) Konser Salonu'nda sahneye çıkacak. Alpaslan Ertüngealp ise 15-16 Ocak'ta CSO'daki konserleri yönetecek ve 19 Ocak'ta Adana'da Orkestra Şefliği Kursu verecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder