14 Şubat 2016 Pazar

'Fotoğraf çekseydim, objektif olamazdım'

Fotoğraf tarihi üzerine yaptığı araştırmalarla tanıdığımız Engin Özendes “Türkiye'de Fotoğrafa Modern ve Çağdaş Yaklaşımlar” isimli yeni bir kitap hazırladı.

Fotoğraf, Özendes'in 40 yıldan fazla bir zamandır profesyonel işi. Buna rağmen fotoğraf çekmiyor. Bütün meşgalesi ve ilgisi fotoğraf üzerine düşünmek, okumak, yazmak ve konferanslar vermek. Kurulduğu 2004 yılından 2012'ye kadar İstanbul Modern Sanat Müzesi'nin fotoğraf sergileri küratörlüğünü yaptı. Ayrıca, Osmanlı dönemi fotoğrafı ile ilgili geniş bir koleksiyona sahip. Engin Özendes ile dünden yarına Türkiye'de fotoğrafı konuştuk.

Fotoğraf, icadından kısa bir süre sonra Osmanlı'ya geldi ve benimsendi. Bir Doğu toplumu olan Osmanlı'da fotoğrafın bu kadar hızlı yayılmasını nasıl yorumlarsınız?

Bir sultan hatta halife ile yönetilen Doğu ülkesi olma durumu, Batılılar için büyük bir merak. Başta İstanbul olmak üzere Osmanlı topraklarına gelen ilk fotoğrafçılar, mimarlar, arkeologlar, ressamlar merak ettikleri yerleri görmek, gördüklerini saptamak için geliyor. Üstelik saraydan büyük ilgi görüyorlar. Hal böyle olunca, burada Batı eğitimi görmüş Ermeniler, Venedik ruhban okulunda resim eğitimi almış olanlar ve daha başkaları da fotoğraf ile ilgilenmeye başlıyor. İstanbul'da ilk stüdyolar böyle doğuyor.

İsimler üzerinden gidecek olursak, kimler öne çıkıyor bu ilk dönemde?

İstanbul'da ilk stüdyosu olanlar Kargopoulos, Abdullah Biraderler, Sébah Joaillier. Dikkat ederseniz onların fotoğraflarında hep İstanbul'un güzel görüntüleri, sokakları, caddeleri, yani Batı'da olmayan sosyal yaşam var. Turistlere satılıyor çekilen fotoğraflar.

Cumhuriyet'le beraber fotoğrafın tarihsel seyri nasıl oluyor?

Fotoğrafın sanatsal ve ticari olarak ayrılması Cumhuriyet dönemindedir. Sanatsal olarak Othmar Pferschy ve ondan sonra gelen kuşak gibi, Ara Güler'den diğerlerine kadar fotoğrafın tamamen sanat ve belgesel olarak tanımlanması Cumhuriyet ile başlar.

Fakat sonrasında Türkiye'de fotoğraf, gazetecilik disiplininden çok, gezi ve turizm bağlamında gelişiyor...

Fotoğrafçıya iş verilen bir gazete yok ki! Bir basın-foto ajansı kuruluyor, Müeddep Erkmen, Hilmi Şahenk, Selahattin Giz var işin içinde. Bu adamlar bir gazeteye bağlı çalışmıyorlar, öyle bir kadro yok çünkü. Büyük bir otobüsün arkasını karanlık odaya çevirip gündüz şehre dağılıp fotoğraf çekiyor, gazetelere servis yapıyorlar. Gazetelerden talep olmayınca başladığı gibi bitiyor o iş.

1950'lerden alırsak, ‘sanat fotoğrafı' disiplinin gelişimi nasıl oldu?

Ozan Sağdıç'ın çok güzel bir lafı vardır, “Othmar bize fotoğrafa bakmayı öğretti.” der. Cumhuriyetin daha başında Othmar Pferschy'nin devreye girmesi farklı bir fotoğraf anlayışını Türkiye'ye getirdi. Ondan sonra Ara Güler dönemi var, hâlâ kapanmış değil. Ardından Ozan Sağdıç, Gültekin Çizgen, Ersin Alok geliyor. 1970-1980 arası 6 fotoğrafçı sayabilirdik. Okulların gelişmeye başlaması, ders olarak okutulması, başta Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olmak üzere diğer üniversitelerde bölümlerin açılması fotoğraf sanatını çok etkiledi. Yeni bir nefes, yeni bir bakış ortaya çıktı.

Fotoğrafın Türkiye macerasında İstanbul Modern'in ve sizin oradaki misyonunuzun önemi de büyük.

İstanbul Modern kurulurken Şakir Eczacıbaşı benden rica etti, ‘Fotoğraf bölümünün başında olur musun?' diye. Daha inşaat devam ederken başladım çalışmaya. İlk sergiyi evden hazırladım. Kuruluş aşamasında Mehmet Kısmet, Ara Güler, Bülent Erkmen, Şakir Eczacıbaşı, Ali Akay ve ben vardık. Önce bir araya gelip arşiv oluşturduk. 400 küsur fotoğraf topladık ve müzenin açılışında ilk sergimizi açtık. Oradaki koleksiyonu sürekli geliştirdim; 312 fotoğrafla başladığımız koleksiyon ben ayrılırken 7.308'di.

Fotoğraf tarihinde inanılmaz katkılarınız var, ama son kitabınızda fotoğrafın geçmişinden çok, geleceğine odaklanmışsınız...

Fotoğraf benim dünyam. Bunun arasında seçim yapmıyorum. 1999'da Pamukbank'ın benden rica ettiği bir kitap vardı, yazdım. O aslında bu kitabın başlangıcı niteliğindeydi. Orada dönemin fotoğrafçılarını görürsünüz, bu kitapta ise bütün dönem fotoğrafçıları var, bu çok daha kapsamlı bir çalışma oldu.

Türkiye'de fotoğrafın geleceği ile ilgili öngörünüz nedir?

Öyle bir öngörü söyleyemem. Bugün hangisi fotoğrafçı hangisi çağdaş sanatçı ayırmak kolay değil. Medyanın bu kadar karıştığı yerde çok daha çağdaş, çok daha farklı işler çıkıyor. Ama basın fotoğrafçılığının belli bir görevi var, olayı aktarırken en iyi biçimde anlatabiliyorsa başarılıdır.

İnsanların kişisel gelişimlerini doğru yönde götürecek yol ve kurumlar neler? Ajanslar, yayınlar, galeriler, müzeler mi; kendi bağlantıları mı?

İlk başta kendi bağlantıları, ardından okumak. Fotoğrafla ilgiliyse resim de okuyacak, heykeli de okuyacak, enstalasyonu da okuyacak; müzik dinleyecek, Batı müziği ya da Türk müziği, hep farklı sanat kollarıyla fotoğrafı ilişkilendirebilecek, sinemayı bilecek. Öncelikli olarak kişisel beslenme. Sonra tabii ki sergileri izlemek çok büyük yardımcı ve öğretici yollardan biri.

40 yıldır fotoğraf araştırıyorum

“Hiç fotoğraf çekmedim, özellikle çekmedim. Çocukluğumdan beri fotoğrafa ilgim vardı. 1976'da araştırmaya başladım, o tarihten beri fotoğrafı araştırmaya devam ediyorum. Fotoğraf çekiyor olsaydım benim bir bakış açım olacaktı, objektif olamazdım. Objektif olmayı seçtim ve bugün 19. yüzyıldan kalma Abdullah Frères'in sokak fotoğrafı da, Serkan Taycan'ın Marmara'dan Karadeniz'e yaptığı yürüyüşlerde çekilen fotoğraflar da benim için çok önemli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder