21 Mart 2014 Cuma

Her şey sanat için

Hollywood, tarihin tozlu sayfalarında kalan ayrıntıları gün yüzüne çıkarıp parlatmayı seviyor.Her ne kadar, bunu yaparken Amerikanvari bir gösteriş, abartı ve bazen de deformasyona başvursa da, yapılanın bir nevi ‘amme hizmeti’ olduğunu söyleyebiliriz. Dünya tarihinin genel hatları üzerindeki duraklardan birinin koridorları arasında dolaşıp bilgi sahibi olma imkânı sağlıyor. Bunun yan etkileri de yok değil. Eğer izlediğiniz filmi tek kaynak kabul edip “Aaa, böyle mi olmuş?” diyerek kendinizi tümüyle teslim ederseniz tarihi yanlış öğrenme ihtimaliniz bir hayli fazla. George Clooney’nin yönettiği ‘Hazine Avcıları / The Monuments Men’, 2. Dünya Savaşı’na dair daha önce anlatılmamış bir öyküyü perdeye taşıyor. Film, müze yöneticisi, mimar ve sanat tarihçisi gibi farklı alanlardan gelen ve askerlikle hiç alakası olmayan sanat uzmanı yedi kişinin, dünyaca ünlü eserleri Nazilerin elinden kurtarmasını anlatıyor. Bin yıllık kültürel birikimin yok olmasını engellemek için, ‘hazine avcıları’ canlarını tehlikeye atar. Bu ekibe ‘içeriden yardım’ ise bir Nazi subayının sekreteri olan Claire Simone’dan gelir. Film, dönemin ABD Başkanı Eisenhower’a verilen bir brifing ile başlıyor. Vermeer’den Da Vinci’ye, Monet’den Rembrandt’a kadar dünyaca ünlü ustaların paha biçilemez eserlerinin kurtarılması gerektiği anlatılıyor. Eisenhower da ‘her şey sanat için’ diyerek bunu kabul ediyor ve sanat uzmanlarından oluşan bir ekip kurdurup Avrupa’ya gönderiyor. Seyirci için filmin anlattıklarına teslim olup olmama imtihanı burada başlıyor. Robert M. Edsel ile Bret Wittel’in kitaplarından uyarlanan film, sadece bir ekip varmış ve bu ekip de ABD tarafından kurulup organize edilmiş gibi anlatıyor olayı. Ne var ki, Eisenhower’ın böyle bir direktifi olsa da, tarih tam olarak böyle cereyan etmiyor. Filme kaynaklık eden kitaplar ile bu tarihi olayı belgeleri ve fotoğraflarıyla ortaya koyan -filmden bağımsız- monuments.com internet sitesi öyle demiyor.VERMEER’İ KURTARMAK!Doğrusu, benim merakım da filmin geçtiğimiz ay 64. Berlin Film Festivali’nde düzenlenen galasında ‘gerçek hazine avcısı’ olarak film ekibiyle birlikte sahneye çıkan 88 yaşındaki Harry Ettlinger’i görünce depreşti. O operasyona dâhil olup hâlâ hayatta olanlardan biri Ettlinger. 2. Dünya Savaşı sırasındaki sanat eserlerini kurtarma organizasyonu, 13 farklı milletten 345 kadın ve erkeğin yer aldığı önemli bir operasyon aslında. Özellikle, 15 Şubat 1944’te Roma yakınlarındaki 1400 yıllık Monte Cassino Manastırı’nın, içindeki eserlerle birlikte harap edilmesi, sanat eserlerini kurtarma faaliyetlerini daha da önemli hale getirir. Bugün Avrupa ve ABD’deki dünyaca ünlü birçok müzedeki sanat eseri (özellikle tablo ve heykeller) bu kurtarma operasyonu sayesinde ziyaret edilebiliyor. Hal böyleyken, George Clooney’nin bu tarihi olayı, bir grup gamsız ama kahraman olmaya müsait Amerikalının, bir Fransız ve İngiliz’i de yanlarına alarak giriştikleri eğlenceli bir Avrupa seyahati gibi anlatılması başlı başına bir handikap. Filmin ihtiyaç duyduğu dramatik ve ‘sanatsal’ ciddiyet, bu yaklaşımdan dolayı büyük bir yara alıyor. Diğer taraftan, dramatik yapının ağır basmaması için bu küçük ekibin kendi arasında mizahi durumlar yakalanmaya çalışılmış. Fakat bu mizah arayışı bir hali sakil kalıyor, yer yer de sıkıcı bir hal alıyor. Bu kararsızlık hali, film boyunca tekrar ediyor. Böyle olunca film, ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ ile ‘Ocean’s Eleven’ karışımı vasat ve garip bir ‘ucube’ olup çıkıyor. Teknik olarak, görüntü ve sanat yönetimi ile set tasarımında sorun yaşamayan film, senaryo ve yönetmenlikteki sıkıntılarını oyunculukta da dışa vuruyor. Matt Damon, Bill Murray, Jean Dujardin ve John Goodman sanki Clooney’nin hatırına, istemeye istemeye oynar gibi, sadece ‘görevlerini’ yaparak rölanti bir oyun sergiliyor. Haliyle, ortaya vasat bir seyirlik çıkıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder