21 Nisan 2014 Pazartesi

‘İstanbullular bir gün sesini yükseltecek’

Emine Uşaklıgil, geçtiğimiz günlerde Can Yayınları’ndan çıkan “Bir Şehri Yok Etmek/ İstanbul’da Kazanmak ya da Kaybetmek” isimli kitabında İstanbul’un dokusunu kaybetme sürecini her yönüyle ele alıyor.Kitabınızda Turgut Cansever’e ait bir hikâye paylaşıyorsunuz: Cansever’in 1943’te girdiği ilk şehircilik dersinde hocası Alman Mimar Oelsner öğrencilerine “Türkiye için ne yapmalı?” diye soruyor. Sonra da cevaplardan tatmin olmayarak “Dua etmeli…” diyor: “Dua etmeli ki belediye kasalarındaki imar planlarını uygulayacak yöneticiler çıkmasın…” Kimse dua etmemiş olacak ki bugün bu durumdayız. Peki, şimdi yapmamız gereken ne? Ya da ne kaldı? Özellikle yerel seçimlerden sonra… ‘İstanbul kurtulabilir mi?’ sorusuna cevap ararken şu verileri göz önünde bulundurmak gerekir. İstanbul’un hem planlama hem de kendine has bir biçimde planlama(ma) kurbanı olması gelişme sürecini etkiledi. Keza toprak ve gayrimenkul temelinde zenginleşme ve sınıf atlama hırsı İstanbul’un kaderini yönlendirdi. Şehrin merkezi alanlarını yıkarak, yeniden inşa ederek yoğunlaştırma politikası bizi bugünlere getirdi. Bu yaklaşım tarihi mirasımızın ve şehir etrafındaki tarım ve yeşil alanların yok olmasına yol açtı. Yerel seçim, genel seçim miydi yoksa referandum muydu bir yana; zaten merkeziyetçi olan yapıyı daha da merkeziyetçi hale getirdi. Bu durumda yerinden yönetim imkânları çok sınırlı. İstanbullular karşı çıksa da, Ankara’da hangi projeler uygun görülüyorsa, uygulanıyor. İstanbulluların söz hakkı yok ve şehirlerine sahip çıkmaları pek kolay değil. Ama yine de sivil toplum mahalle düzeyinde yeni organizasyon modelleri çıkartabilir; muhtar ve ihtiyar heyeti için tanımlanan görevler, içleri doldurularak, mahalle düzeyinde katılımın önünü açabilir; bu şekilde Kent Konseyleri ilçe düzeyinde önem kazanabilir. Konuşuyoruz, dertliyiz… Ama çoğumuz o dert yandığımız projelerde oturuyor. Tanıdığım herkes kredi ödüyor. Mülk sahipliği çok önemli bir ihtiyaç. Bu durumda o kentlilik bilinci geniş kitlelerce nasıl benimsenecek? İstanbul kaçınılmaz olarak çok ciddi altyapı sorunlarıyla karşılaşacak ve bu durum gayrimenkullerin değerini düşürecek. İstanbul’da kamuya ait bütün açık alanlar ve kamu arazileri inşaata açıldı, özelleştirildi, satıldı ve üzerlerine yüksek emsaller verildi. İstedikleri yere, arzu ettikleri kadar imar hakkı vermeye muktedir TOKİ-Çevre ve Şehircilik Bakanlığı-Özelleştirme İdaresi üçlüsü sınırsız rantın dağıtıcıları konumunda; İstanbul’un ise bu ranttan fayda gördüğü yok. Er geç İstanbullular bunları anlamaya başlayacaklardır. Şunun da ayırımına varacaklardır: Türkiye’deki toplam katma değerin yüzde 27’si İstanbul’da oluşuyorken, nüfusun yüzde 18’i İstanbul’da yaşıyorken, vergilerin yüzde 42’si İstanbul’da toplanırken; İstanbul’da yapılan kamu yatırımları, toplamın yüzde 6’sının altında. İstanbullular bir gün bu konuda seslerini yükselteceklerdir mutlaka. Tarih boyunca neredeyse tüm kentler defalarca yağmalanmış. Hatta yıkılıp yeniden kurulmamış tek bir kent bile yoktur belki. Sebep; kimi zaman doğal afetler, kimi zaman savaşlar, çoğu zaman da liderlerin şehre damga vurma isteği… Yeni değil bu. İstanbul’a özgü de değil. İstanbul’daki yıkım Atatürk zamanında; Prost’la başlıyor; Menderes ve Özal’la devam ediyor. Bu defa daha da yanlış giden ne? 2002’den bu yana yaşananların, İstanbul’un başına gelenlerin farkı ne? AKP ciddi bir rant verimliliğini sağladı, rantı daha geniş kesimlere yaydı, tüketim arttı ve yüksek oranda sermaye birikimi oldu. Geçmişle farkı şöyle özetlemek mümkün: Ekonominin başarısı inşaat sektörüne bağlandı, şehir konusunda tek karar verici Ankara oldu, her engel hukuk yoluyla bertaraf edildi. İstanbul’da son dönem yaşananlar açısından ortaya çıkan tabloyu şöyle özetlemek mümkün: “Kentsel dönüşüm” çerçevesinde hayata geçirilen faaliyetler engel tanımıyor. Zira her adımda engelleri bertaraf eden yasal kalkan adım adım oluşturuldu. 2012 tarihli Afet Yasası bu kalkanı güçlendiren son aşama. 2013 yılının ilk yarısında Bakanlar Kurulu kararlarının yüzde 60’ının imar ve gayrimenkule ilişkin olması bugünkü durumun özelliklerini özetliyor sanırım. Afet Yasası arazi açmak için kullanılıyor, kentsel dönüşüm yasası mülkiyet hakkını kaldırıyor ve üstelik bunların dönüşü yok. Ormanlar, Yenikapı, Sulukule, Tarlabaşı, Ayazma… Sırada bir sürü yer. Ama kentsel dönüşümün aslında iyi, faydalı bir şey olduğunu düşünenler var. Aslında tabii öyle olmalı da… Ama nasıl uygulanırsa? İnsanları çil gibi yerinden etmeyen, yerinde yapılan bir kentsel dönüşüm elbette yararlıdır, hele deprem tehdidi altındaki bölgelerde. Fakat o bölgelerin çoğu rant potansiyelini taşımadıkları için, kentsel dönüşüm ciddi deprem riski altındaki bölgelere pek uğramıyor, inşaata dayalı ekonomik büyüme modeline hizmet ediyor, gerçek deprem tehdidi de kesinlikle bertaraf edilmiyor. Kaldı ki ekonominin lokomotifi olarak inşaat sektörünün seçilmesi, yerindenlik ilkelerini hayata geçirmek şöyle dursun, yerel yönetimlerin yetkilerinin merkezileştirilmesine yol açıyor. Üçüncü köprü, 3. havaalanı ve hatta kanal… Yapılırsa, yani gerçekten yapılırsa… Bu kadar araştırmanın ışığında ne dersiniz? Kuzey Ormanları’nın yok olması İstanbul’un tamamen ormansız, deresiz, susuz, havasız kalması demek. Profesör Haluk Gerger’e sormuştum: “Bütün yetkiler sizde olsa, acilen iptal edeceğiniz projeler hangileri olurdu?” Tereddütsüz cevap vermişti: “Bir kere üçüncü köprüyü derhal iptal etmek lazım. Kanal projesine gelince, hâlâ yapacaklarını düşünmüyorum, lakin benim yapamazlar dediğim her projeyi yapıyorlar.” Şeffaflıktan uzak, hangi araştırmalara dayandırıldığı meçhul, İstanbul’un geleceğini ipotek altına alan bir proje gerçekten.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder