31 Mayıs 2016 Salı

'Orhun Anıtlarındaki üslup Ahlat'ta da görülüyor'

Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Arslan, Orhun Anıtlarındaki üslubun Ahlat'taki eserlerde de görüldüğünü söyledi.

Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Celil Arslan, Orhun Anıtlarındaki üslubun Ahlat'taki eserlerde de görüldüğünü belirterek, "Biz Orhun Anıtları'ndaki mantığı İslami bir üslupla Ahlat'ta görüyoruz. Mezar taşları ve kümbetler bunun en güzel örnekleridir. Buradaki eserler bizim kültürümüzün Anadolu'daki dönüm noktası, kesintisizliğini ve sürekliliğini göstermesi açısından çok değerli" dedi.

Uluslararası 38'inci Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu için Edirne'ye gelen ve Ahlat üzerine çalışmaları bulunan Doç. Dr. Arslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ahlat'ın Türk kültürü şehir anlayışını ortaya koyması ve Ortaçağ İslam dünyasının ilim ve kültür merkezlerinden biri olması nedeniyle çok önemli olduğunu söyledi.

Doç. Dr. Arslan, Ahlat'ın şehir profilinin kazı çalışmalarında ortaya konması gerektiğinin altını çizerek, "Parlak bir maziye sahip, yüksek seviyede birçok kültür ve medeniyete ev sahipliği yapmış olan Ahlat şehri, bugün de birçok eser ve kitabeyi barındırdığından önemini kaybetmeyen tarihi şehirlerimizdendir. Şehri çevreleyen surun tespiti, sur içinde kalan yapı türleri, kazıları başlatılıp tamamlanamayan bölgelerde bulunması muhtemel eserlerin ortaya çıkarılması gerekir. Daha doğrusu Ortaçağ Ahlat şehrinin ortaya konması gerekir. Şehir anlayışımızın derinliklerini Ortaçağ Ahlat şehir dokusunu ortaya koymamızla daha net göreceğiz" diye konuştu.

Arslan, Ortaçağ Ahlat şehrinde yetişen sanatkar, taş ustaları ve mimarların İslam dünyasına önemli katkılar yaptığını, Anadolu'nun birçok yapılarında Ahlat sanatının görüldüğünü, Ahlat çini fırınlarının İslam dünyasının önemli çini üretim merkezlerinden biri olduğunu ifade etti.

Ahlat için sadece belli bir dönemden söz edilemediğini kaydeden Arslan, mezar taşlarına bakıldığında Ahlatşahlar, Eyyübiler, Safeviler ve son olarak Osmanlılar'a ait mezar taşlarını görüldüğünü söyledi.

Türk kültüründeki sürekliliği ve kesintisizliği göstermesi açısından önemli olan Ahlat mezar taşlarının, Orhun Anıtlarının İslami döneme aktarılmış örnekleri olduğunu belirten Arslan, "Biz Orhun Anıtlarındaki mantığı İslami bir üslupla Ahlat'ta görüyoruz. Mezar taşları ve kümbetler bunun en güzel örnekleridir. Buradaki eserler bizim kültürümüzün Anadolu'daki dönüm noktası, kesintisizliğini ve sürekliliğini göstermesi açısından çok değerli" görüşünü dile getirdi.

Değerlerimize sahip çıkmamız gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Arslan, sözlerini şöyle tamamladı:

"Birkaç hususun üzerinde durmak gerekir. Kamuoyunu bu konuda bilgilendirmemiz lazım. Sadece Kültür Bakanlığı bütçesiyle değil, tarihine duyarlı sponsorlar bulmamız gerekir. İnsanımızın zengin tarihimiz hakkında daha hassas olması ve bu yapıların sorumluluğunu kendisinde hisseden vatandaşlar olmamız gerekir."

28 Mayıs 2016 Cumartesi

Sinemamızın kavruk tenli oyuncuları

Afrikalı oyuncular irili ufaklı rollerle sık sık karşımıza çıkıyor. Bazen bir güvenlik görevlisi olarak, bazen bir göçmen, mahallenin manavı. Replikleri de yok, afişlerde isimleri de. Sayıları her geçen gün artan oyuncular sinemamıza farklı bir renk katıyor.

Afrikalı oyuncular irili ufaklı rollerle sık sık karşımıza çıkıyor. Bazen bir güvenlik görevlisi olarak, bazen bir göçmen, mahallenin manavı. Replikleri de yok, afişlerde isimler, de. Sayıları her geçen gün artan oyuncular sinemamıza farklı bir renk katıyor.

Sinemamız Anadolu coğrafyasında yaşayan kimlikleri, renkleri farklı farklı hikâyelerle beyazperdeye yansıttı. Sinemanın doğum süreci ve sonrasında büyük emekleri geçen azınlıklar; klişeler, karton tiplemeler üzerinden de olsa anlatıldı. Onlar gibi belirli kalıpların arasına sıkışmış, kalıplaşmış modellerin dışına çıkamayan bir öteki grup daha var: Afrikalı oyuncular.

Yeşilçam'da birçok yapımda görmek mümkün onları: Süt Kardeşler'de evin dadısı, Keloğlan Aramızda'da mahallenin muhabbeti tatlı manavı, Yumurcak'ın minik çitlembiki-dadısı, Turist Ömer'in maceradan maceraya atıldığı Turist Ömer Yamyamlar Arasında'da Beyaz Panter'in adamları... Dadı gibi kimi zaman ailenin bir parçası oldular, kimi zaman manav gibi mahalle sakini, insanların derisini yüzen bir kabile üyesi, kötü adam. Ermeniler cimri, Yahudiler paragöz, Rumlar düşmandır gibi diğer azınlıklara yakıştırılan yaftalamalara maruz kalmadılar. Türkiye toplumunda sayıları az olduğu için sosyal hayatlarına dair ayrıntılar işlenmedi. Onlar gibi ana hikâyeyi destekler şekilde konumlandırıldılar, afişlerde isimlerine yer verilmedi. Rol aldığı yapımların ortak özelliği, hemen hepsinin komedi filmi olması. Halkın siyahilere olan sempatisinden faydalanılarak farklılıklar üzerinden bir mizah oluşturuldu. Diğer azınlıklarda olduğu gibi tiplere şekil verilirken geleneksel oyunlardan faydalanıldı. Mesela Kemal Sunal, Adile Naşit, Şener Şen'li bol yıldızlı kadrosuyla dikkat çeken Süt Kardeşler'de gördüğümüz dadı, ortaoyunundaki zennelere göz kulak olan, her türlü ihtiyaçlarına koşturan Kayarto tiplemesi.

‘Yeşilçam'da Afrikalı oyuncular' akademik çalışmaya müsait geniş bir konu. Oyunculuk geçmişleri, çalışma şartları vb. kaynaklara sahip olmadığımız için ancak ön plana çıkan filmler üzerinden okumalar yapabiliyoruz. Yakın zamanda beyazperdede boy gösteren Afrikalı oyuncular üzerinden yeni şeyler anlamak mümkün.

Oyuncuların çoğu kaçak

Son dönemde siyahi oyuncuların rol aldığı filmleri düşününce akla ilk gelen filmler: Nijeryalı bir göçmenin hikâyesine yer verilen Kırık Midyeler, insan kaçakçılığının acı yüzünü yansıtan 40… G.O.R.A.'da uzay mekiğindeki Afrikalılar gibi birçok filmde irili ufaklı rollerde görünüyorlar. Serisi çekilen Sağ Salim'in ikinci halkasının başrolünde üç Afrikalı, müzisyen Ragga Oktay'ın çektiği Mc Dandik'te 500 siyahi figüran rol aldı.

Türkiye'de ajanslara kayıtlı kaç Afrikalı oyuncu olduğunu bilmiyoruz. Oyunculuk ajansları fotoğraflarını internet sitelerine koymazken, sayı ve isim vermekten itina ile kaçınıyorlar. Akla gelen ilk ve en mantıklı neden, Afrikalı oyuncuların kaçak yollarla çalıştırılması. Oturma izinleri olmadığı için risk almak istemiyorlar. Filmlerde boy gösteren oyuncular üzerinden tahmini bir rakam söylenebilir. Emre Şahin'in yönettiği 40 (2011) filminde ajanslardan 30 siyahi oyuncu rol bulabilmişti. Ragga Oktay beyazperdedeki ilk göz ağrısı Mc Dandik adlı filminde 500 figüran oynattı. Ancak 20'sinin oturma izni olmadığı gerekçesiyle o dönemde mahkemelik oldu, beraat etti. İki yılda oyuncu sayısının 30'dan 480'e çıkması mümkün olmadığına göre işin içinde bir iş var.

Dizilerde veyahut sinema filmlerinde rol alan Afrikalı oyuncuların çoğu bir umutla Türkiye'nin yolunu tutmuş, işportacılık yaparak hayata tutunmaya çalışan isimler. Neredeyse hiçbirinin oyunculuk eğitimi yok. Hobi olarak yapıyorlar bu işi. Figüran olarak aldıkları ücret 75-150 TL arasında değişiyor. Çoğu güç bela Türkçe konuşuyor ama bu, filmde veya dizide rol almaları için bir sebep oluşturuyor. Zaten çoğuna diyalog bile yazılmıyor. Repliği olanlar ise ne kadar kırık Türkçe konuşurlarsa o kadar iyi. Bu şekilde daha samimi, eğlenceli görünüyorlar. Kimi yapımcılar sokaklarda karşılaştıkları Afrikalıları filmlerinde oynatırken, kimi yurtdışındaki ajanslardan profesyonel oyuncular getirtiyor. Tercihler hikâyedeki temsile göre değişiyor.

26 Mayıs 2016 Perşembe

Sevda Kuşun Kanadında

Sevda Kuşun Kanadında, statükonun üretmiş olduğu oryantalist formel/kurumsal yapı marifetiyle gerginliklerin zamanla kanlı çatışmalara dönüştüğü zaman dilimini ele alması bakımından birinci dereceden bizim hikâyemiz... Sevdası kuşun kanadında kalmış o günün gençleri, şimdilerde dökülmüş ak saçlarıyla torunlarına dokunaklı anılarını paylaşmakla meşguller.

Satır aralarında düşünsel hikâyemizin bulunduğu bir TRT dizisi Sevda Kuşun Kanadında. Modern tasallutun paradoksundan kurtulmaya çabalayan ve çoğu kez taklitten kurtulamamanın dramatik hikâyesi.

Hikâye dediysek, fantastik bir hikâye değil. Acıların bile konuşulamadığı, oldukça realist ve oldukça çatışmacı bir dönemden bahsediyoruz. Başından beri Cumhuriyet döneminde, simgeler ve tercihler üzerinden gelişen bir çatışma hep var oldu. Aydınlarla millet ve ikisini militer yöntemle gütmeye müheyya yönetici elitist bir yapı arasında gerilim yüklü psikolojik bir harp yürütüldü. İdeolojileriyle görünür kılınmayan ama simgeler ve tercihler üzerinden gelişen bir çatışma yaşandı ve kan döküldü.

Tartışmaların, eleştirilerin fitili ilkin Batı'da ateşlendi. O ateş bizim coğrafyaya da sıçradı ve canımızı yaktı.

Batı dünyasında tartışmalar ve eleştiriler, daha çok Antonio Gramsci'nin Hapishane Defterleri ile Aydınlar ve Toplum, Julien Benda'nın Aydınların İhaneti, J. Paul Sartre'ın Aydınlar Üzerine, A.W. Gouldner'in Entelektüelin Geleceği, Michel Foucault'nun Entelektüelin Siyasi İşlevi, Edward Said'in Entelektüel, Zygmunt Bauman'ın Yasa Koyucular ve Yorumcular, Noam Chomsky'nin Modern Çağda Entelektüellerin Rolü, Karl Marx'ın Das Kapital, Engels, Hegel gibi isim ve eserleri etrafında oluştu.

Bizde, 1928 -harf devrimi ile- sonrası aydın, bizatihi dönemin siyasal pergeline göre değer buldu. Bu nedenle aydın, entelektüel, bilim adamı, akademisyen, sanatçı sıfatıyla anılanlar, çoğunlukla birinci elden yerli kaynakları okuyamaz, Osmanlıca bilmez ve kendisini Batılı-Oryantalist merkezlerin tercümeleri ile tanır. Bununla taraf olur, hakikati keşfettiğini zanneder. Bu biricik üst düzey egoyla kendine benzemeyeni dışlar, ötekileştirir, boğmaya, nihayetinde yok etmeye çabalar.

Cemil Meriç bu durumu Jurnal'de şöyle ifade etmişti: “Dünyanın bütün tımarhaneleri bizim entelijansiyanın kafatası yanında birer aklıselim mihrakı… İmparatorluğun birbirine düşman etnik unsurlarından mürekkep yamalı bohçası dikiş yerlerinden ayrılalı beri biz kendine düşman insanlar haline geldik. Mazi yok, tarihimizi tanımıyoruz. Din ölüm yatağında. İnsanları bir araya getiren hiçbir ideoloji doğmadı… Bu millet on senede bir değişen hafızasız nesiller amalgamı.” İşte Sevda Kuşun Kanadında, statükonun üretmiş olduğu bu oryantalist formel/kurumsal yapı marifetiyle gerginliklerin zamanla kanlı çatışmalara dönüştüğü zaman dilimini ele alması bakımından birinci dereceden bizim hikâyemiz.

Geçmişte kanlı çatışmaların stratejisini kuranlar, gençliğin kanının dökülmesiyle kendine meşru alan açmaya çalıştı. Bu hâl, halk ile aydın arasındaki mesafeyi her geçen gün çoğalttı. Halkın sivil tercihlerine yönelik yapılan darbelerde Türkiye aydını, ya darbecilerden yana olmak ya da sesiz kalmak gibi trajik bir pozisyonda yer aldı. Aydın kimliğinden jakobenizme kayış… Bu durum, jakobenik kayış aydınını; Dostoyevski'nin Suç ve Ceza romanında, -içinde deha taşıdığına inanan- meşhur karakteri Raskolnikov'a yaklaştırdı. İnsanları önce sıradan ve sıra dışı olarak ayırma, sonra sıradan insanları edilgen, güdülmesi gereken ve cahil olarak kategorize etme…

Oysa 68 Kuşağı'nın çocuklarıydılar. Çocuktular, ufacıktılar. Top oynadıklarında acıkırlardı. Acıktıklarında evde dağ gibi oturan annelerinin yanına koşar, domates yahut biber salçalı şimdiki uşakların sos dediği karışımdan harika fakir kebabı tandır ekmeğiyle karınlarını doyururlardı. Ayaklarında siyah lastik ayakkabılar, ceplerinde küçük çakılar, dudaklarında uzun hava ıslıkları, ellerinde plastik toplarıyla sokağın özgür havasına, çift kale maça koşan çocuklardılar. Fakir ama gururlu, mahcup ama vakurlu, yamalı pantolonlarıyla geleceklerine dair umutlu, yaşadıkları hal ile mutluydular.

Sonra boy attılar. Her yıl biraz daha siyah beyaz filmlerle büyüdüler. Halk sinemasında gazozlarını yudumlarken oldukça mutluydular. Kaçamak gittikleri sinema çıkışı babalarından yedikleri Osmanlı tokadına suratını düşürmeyecek kadar saygılı, bir o kadar efendiydiler. Buna rağmen, arkadaşlarıyla paylaştıkları anın hazzını hiçbir şeye değişmediler. Ellerinde romanları, gazete ekleri, zihinde hayalleri, İspanyol paça pantolonları, boğazlı kazakları, parkeleri, saygıyı hak eden aşkları… Ütopyalarında huzur dolu ülkeleri…

Yaşları ilerledikçe sevdaları da büyüdü.

Çayları kaçaktı!

Sevdaları kaçaktı!

Müzikleri kaçaktı!

Sigaraları kaçaktı!

Ama yürekleri yerliydi.

Onları kaçağa mahkûm edenler, hayatlarını çalmaya taliptiler.

Üniversitede ne yaptıysa okudukları kitaplar, kanlarına girerek yaptı. Daha çok memleket meselelerini konuşur oldular. Vatanı daha yaşanır hale sokmanın kavgasına tutuştular. Kahredici ince hastalıklarını fark edenler, ellerinden kalemi alıp silahı tutuşturdular. Sağdakiler ve soldakiler ayırımına mahkûm gençler, Truman Doktrini'nin ve Marshall'in dolarlarına kurban seçilmişlerdi. Yurdum insanı yakışıklı fidanlarını, nazenin kızlarını toprağının bağrına Ekim Devrimi'nin sonbahar yaprağı gibi saldı. Radyolardan acılı saunda dönüşmüş Muharrem Ertaş türküleri…

Çarmıhlar, zincirler, sopalar, çelik dolaplar, elektrik şokları ile desteklenen engizisyon işkenceleri geride kalanları hizaya sokuyordu.

Zindan duvarları şahitti.

Tarih şahitti.

Vallahi Allah görüyordu. Dünya yıkılıyor, kıyamet kopuyordu. Oligarşik elit, dökülen kanlarla şartları olgunlaştırıyordu. Gençlerin uğruna can verdikleri vatan, sessiz çığlıklara bürünmüştü. Bu cehennem girdabından sağ çıkanlar, sonrasında her günlerini bedel ödeyerek yaşadılar. O günden bugüne, toprağa canlarından can düşürenler için her dakikası binlerce yıla bedel yıllar sel gibi akıp geçmişti.

Unutulan şuydu:

Modernizm, millet kavramının karşısına ulus-devleti yerleştirmiş, milleti halklara bölerek, ırksal ayrım ve sınıf farkları üzerine sistemini kurgulamıştı. Ve dolayımıyla her sempati ve antipatiklik; dini değerlere, etnik değerlere göndermeler üzerinden yapılmıştı. Aydınsa Batı düşünüşünün dinsel, ırksal ayrım ve sınıf farkları üzerinden yükseldiğini çok sonraları tartışacaktı.

Sevdası kuşun kanadında kalmış o günün gençleri, şimdilerde dökülmüş ak saçlarıyla torunlarına dokunaklı anılarını paylaşmakla meşguller. Hikâyenin sonunda şu dizeler hep vardır:

Vatanım milletim insanlar kardeşlerim

Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna

Adın kurtuluştur ama söylememeliyim

Can kuşum umudum canım sevgilim.

Teşekkürler, Ahmet Tezcan, Mesut Uçakan, Ahmet Nesim Şahin. Teşekkürler TRT.

24 Mayıs 2016 Salı

Beethoven'nın 9. Senfoni'si Süreyya Operası'nda

Avrupa'da her seslendirilişinde büyük bir yankı uyandıran Ludwig van Beethoven'nın 9. Senfoni'si, İstanbul Devlet Opera ve Balesi Korosu ve Orkestrası tarafından Kadıköy Belediyesi Süreyya Opera Sahnesi'nde seslendirildi.

Klasik müzik eserlerinin içinde gerek müzikal, gerek içerdiği hümanist mesajlar ile insanlığa armağan edilmiş bir başyapıt olarak kabul edilen 9. Senfoni için müzikseverler salonu erken saatlerde doldurdu. Dört bölümden oluşan senfonide, Murat Kodallı orkestra yönetmeni, Arda Agoşyan koro şefi, Evren Ekşi soprano, Özge Belen mezzosoprano, Hüseyin Likos tenor, Zafer Erdaş bas olarak sahne aldı.

21 Mayıs 2016 Cumartesi

Sevda Kuşun Kanadında'nın set ekibine büyük ilgi

TRT'nin iddialı olan 'Sevda Kuşun Kanadında' adlı yeni dizisi çekimleri devam etmekte. Set çalışanlarının sosyal medyada paylaştıkları fotoğraflar dizinin hayranları tarafından yoğun ilgi görüyor.

Trt 1 ekranlarında yayınlanan, başrollerini Deniz Baysal, Murat Ünalmış, Yavuz Bingöl, İlker Kızmaz, Müge Boz, Ufuk Bayraktar gibi isimlerin paylaştığı dizi Sevda Kuşun Kanadında'nın oyuncular kadar set ekibinin sosyal medyada paylaştığı resimlerde büyük beğeni topluyor.

Sosyal medya hesaplarından cast ekibinin paylaştığı görüntüler dizinin başarısında nasıl bir emek ve özveri verildiğini gözler önüne seriyor.

Gelen son haberlere göre 4 bölümü yayınlanan diziye yeni katılan isimler de mevcut. O Ses Türkiye yarışmasıyla ünlenen ve son olarak Adını Kalbime Yazdım dizisinde rol alan Erkam Aydar da Sevda Kuşun Kanatları'nda dizisi kadrosunda. Son olarak Yaz'ın Öyküsü dizisinde rol alan Tolga Ortancıl, Benim İçin Üzülme dizisinde rol alan Timur Ölkebaş, Emanet dizisinde rol alan Ercan Özdal, Seddülbahir 32 Saat dizisinde rol alan Şakir Güler ve Alper Köymen dizinin kadrosunda yeralıyorlar

SEVDA KUŞUN KANADINDA DİZİSİ KONUSU NEDİR?

70'li senelerde geçen ve bir imkânsız denilen aşk hikayesini anlatacak. Dizinin arka fonunda ise dönemin siyaseti anlatılacak. Sevda Kuşun Kanadında dizisi çekimleri tüm hızıyla sürüyor. Dizinin TRT 1'de hangi gün ve ne zaman yayınlanacağı ise henüz belli olmadı.

17 Mayıs 2016 Salı

'Metrodaki Kemancı' İstanbul'da konser verdi

"Metrodaki Kemancı" olarak tanınan Grammy ödüllü keman virtüözü Joshua Bell, İstanbullu hayranlarıyla buluştu.

"Metrodaki Kemancı" olarak tanınan Grammy ödüllü keman virtüözü Joshua Bell, hayranlarıyla buluştu.

Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde konser veren ABD'li sanatçı, yoğun ilgi gösteren hayranlarına teşekkür ederek, "Tekrar burada, İstanbul'da olmak çok güzel." dedi.

73 Organizasyon ve Piu Entertainment iş birliğiyle sahne alan Bell, konsere Antonio Stradivarius imzalı, 4 milyon dolar değerindeki 303 yıllık kemanıyla çıktı.

Tomaso Antonio Vitali'nin "Chaconne (şakon) keman ve piyano için sol minör", Ludvig van Beethoven'ın "Keman ve piyano için sonat No. 9 La Majör, Op. 47", Gabriel Faure'nin "Keman ve Piyano için Sonat No. 1 La Majör, Op. 13" eserlerini yorumlayan sanatçı, 2 saat sahnede kaldı.

Konser sonunda uzun süre ayakta alkışlanan sanatçıya piyanoda Sam Haywood eşlik etti.

Metro istasyonunda 45 dakika keman çaldı kimse tanımadı

Washington Post gazetesince 2007'de yapılan sosyal deneyle dikkatleri üzerine çeken Bell, bir metro istasyonunda 45 dakika boyunca Bach eserleri çalmış, bu süre içinde önünden geçen ve çoğu işe yetişme telaşında olan binden fazla kişi Joshua Bell'i tanıyamamıştı.

Ünlü sanatçı, yarın da Congresium Ankara'da hayranlarıyla buluşacak.

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Jamala Eurovision'da finale kaldı

Eurovision Şarkı Yarışmasında, Ukrayna'yı temsil eden Kırımlı Tatar sanatçı Jamala, cumartesi günü yapılacak büyük finale adını yazdırdı.

İsveç'in başkenti Stockholm'de düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışması'nın ikinci yarı finalinde Ukrayna'yı "1944" adlı şarkıyla temsil eden Kırımlı Tatar sanatçı Jamala, finale kalan sanatçılar arasında yer aldı.

Final sonrası basın toplantısına katılan Jamala, finale kaldığı için mutlu olduğunu belirtirken, şarkının büyük annesi ile Kırım Tatarları'nın yaşadığı trajediyi anlattığını kaydetti.

13 Mayıs 2016 Cuma

Bursa'da 2 bin yıllık köprü bulundu

Bursa'nın Orhangazi ilçesinde bir tarih araştırmacısı tarafından bulunan ve en az 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen köprünün turizme kazandırılması için çalışma başlatılacak.

Bursa'nın Orhangazi ilçesinde bir tarih araştırmacısı tarafından bulunan ve en az 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen köprünün turizme kazandırılması için çalışma başlatılacak.

Alınan bilgiye göre, Gemlik ilçesinden tarih araştırmacısı Naci Pehlivan, bazı yaşlı vatandaşların Orhangazi'ye bağlı Karsak Mahallesi civarında yerini bilmedikleri tarihi bir köprüden bahsetmeleri üzerine araştırma yaptı. Pehlivan'ın uzun süren araştırmaları sonucu Karsak yakınında yerini tespit ettiği köprünün en az 2 bin yıllık olduğu tahmin ediliyor.

Orhangazi Belediye Başkanı Neşet Çağlayan ve Gemlik Belediye Başkanı Refik Yılmaz, durumdan haberdar olmalarının ardından Pehlivan ile köprüyü inceledi.

Çağlayan, gazetecilere yaptığı açıklamada, antik köprünün görkemiyle adeta zamana meydan okuduğunu belirtti.

Bu yapının turizme kazandırılması için ilgili kurumların yetkilileriyle temasa geçeceklerini aktaran Çağlayan, köprünün tarihi dokusunun bozulmadan ortaya çıkartılmasının bölge tarihi ve turizmi bakımından önemli olduğunu ifade etti.

10 Mayıs 2016 Salı

17.2 milyon dolara alıcı buldu

İtalyan heykeltraş Cattelan'ın diz çökmüş Hitler heykeli, ABD'nin New York kentinde düzenlenen açık artırmada 17 milyon 189 bin dolara alıcı buldu.

Christie's Müzayede Evi'nin Rockefeller Plaza'daki New York ofisinde gerçekleştirilen "Savaş Sonrası Dönem ve Çağdaş Sanat" konulu açık artırmada 78 milyon dolarlık eser satışı gerçekleştirildi.

Küratörlüğünü Savaş Sonrası Dönem ve Çağdaş Sanat Başkan Yardımcısı Loic Gouzer'in yaptığı "Başarısızlığa Mahkum'' adlı açık artırmada, İtalyan heykeltraş Maurizio Cattelan'ın insan saçı, balmumu ve polyester reçine malzemesi kullanarak 2001 yılında yaptığı, küçük çocuk boyutlarında takım elbiseli diz çökmüş Hitler heykeli 17.2 milyon dolara alıcı buldu. Esere 10-15 milyon dolar aralığında fiyat konmuştu.

Hiciv tarzda heykelleriyle tanınan Cattelan, bu fiyatla kendi müzayede rekorunu kırarken, sanatçının daha önceki rekoru 7.9 milyon dolar olarak gerçekleşmişti.

7 Mayıs 2016 Cumartesi

Bir İstanbul Efsanesi belgeselinin Almanya galası yapıldı

Fotoğraf sanatçısı Ara Güler'in gözünden İstanbul'u anlatan “Ara Güler-Bir İstanbul Efsanesi” belgeselinin Almanya galası yapıldı.

''Ara Güler - Bir İstanbul Efsanesi'' belgeselinin Almanya galası Essen'de yapıldı.

Ruhr Kitap Fuarı kapsamında Grillo Tiyatrosu'nda gerçekleştirilen galaya Ara Güler, belgeselin yönetmeni Osman Okkan, Türkiye'nin Essen Başkonsolosu Mustafa Kemal Basa ve çok sayıda davetli katıldı.

Yönetmen Okkan, Ara Güler'in Essen'de kendileriyle beraber olmasından dolayı duyduğu mutluluğu belirterek, ''Bugün 4 saat diyalize girdi çıktı ve oradan aramıza katıldı.'' dedi.

Filmin tamamlanmasının 3 yılı bulduğunu anlatan Okkan, ''Ara Güler'i ben çektim ama oda bana çektirdi'' ifadesini kullandı.

"Picasso beni etkilemiştir"

Ara Güler de ''Benim için fotoğraf yaşamdan koparılan karar anının görsel kaydıdır.'' diye konuştu.

Kendisinin foto muhabiri ve gazeteci olduğunu dile getiren Güler, 20 yıl Alman Stern dergisinin muhabirliğini yaptığını ve o dönemde Almanya'ya sık geldiğini anlattı.

Almanya'nın Essen kenti çevresinde geçmiş yıllarda büyük bir grev yapıldığını ve gazeteci Mehmet Barlas ile buraya gelerek 1,5 ay kaldığını anlatan Güler, o nedenle Almanya'nın pek de yabancısı olmadığını kaydetti.

Ara Güler kendisini hangi sanatçının etkilediğinin sorulması üzerine de ''Picasso beni etkilemiştir. Ancak ben onların hepsini tanıyorum onlar benim arkadaşlarımdı. Telefon eder yanlarına giderdim. Dali de öyleydi.'' dedi.

5 Mayıs 2016 Perşembe

Nadide tespihler müzayedede satılacak

Osmanlı'dan bugüne ustaların yılan ağacı, mamut, fil, balina dişi, koç boynuzu ve doğal taş gibi malzemeleri kullanarak yaptığı nadide tespihler, İstanbul'da düzenlenecek müzayedede satışa sunulacak.

Pera Mezat Müzayedecilik Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Gacıroğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sadece tespih üzerine yapılacak müzayedede 254 parçanın satışa sunulacağını söyledi.

Gacıroğlu, müzayedede Abdullah Öner, Nakkaş Ahmet Geloğlu, Bedri Aslantaş, Eymen Gürtan, Feyzullah Kalaycı, Gürkan Sunay, Günay Ocakbaşı, Hüseyin Çelik, Lokman Karadağ, Mustafa Karabacak (Asker), Şevket Canpolat, Vural Acar, Volkan Acar, Zekai Şenyurt gibi ustaların kehribar, fil dişi, yılan ağacı, granadil ağacı, pelesenk, mors dişi, bağa, oltu taşı, azobe ağacı, balina dişi, koç boynuzu, su aygırı dişi, mamut dişi, bufalo boynuzu ve doğal taşlardan yaptıkları tespihlerin koleksiyonerlerin ilgisine sunulacağını anlattı.

Fil dişi üzerine Esma-ül Hüsna'nın (Allah'ın 99 ismi) işlendiği tespih ile ünlü ustaların kemikler üzerine işledikleri tespihlerin müzayedenin en dikkat çeken ürünleri arasında yer aldığını vurgulayan Gacıroğlu, "Türkiye'de ilk defa sadece tespih üzerine bir müzayede düzenleniyoruz." dedi.

Böcek fosilli tespih

Tespih koleksiyonculuğunun tarihinin eskilere dayandığına değinen Gacıroğlu, "Osmanlı padişahlarından günümüze kadar birçok devlet büyüğü hem kullanmak hem de koleksiyon amaçlı tespihler toplamışlardır. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın da iyi bir tespih koleksiyoneri olduğunu biliyoruz." diye konuştu.

3 Mayıs 2016 Salı

Eskişehir'de 'nostalji defilesi' yapıldı

Eskişehir'de, Osmangazi Kültür Dernekleri Federasyonu tarafından, Osmanlı döneminde giyilen bazı kıyafetlerin örneklerinin sergilendiği "nostalji defilesi" yapıldı.

Eskişehir'de, Osmangazi Kültür Dernekleri Federasyonu tarafından, Osmanlı döneminde giyilen bazı kıyafetlerin örneklerinin sergilendiği "nostalji defilesi" yapıldı.

Merkez Odunpazarı ilçesindeki Beylerbeyi Konağı Kültür Merkezi'nde düzenlenen etkinliğe, çok sayıda davetli katıldı.

Beylerbeyi Konağı Kültür Merkezi'nde Osmanlı dönemine ait çok sayıda kıyafet, savaş aleti ve menkıbe bulunduğunu belirten Çapa, şöyle konuştu:

"Bin yıllık tarihimizi altın sayfalara yazdıran o şanlı ecdadımızın, 3 kıta ve 7 denizde 623 yıl adaletle hükümranlık süren Osmanlı Devleti'nin torunlarıyız. Zaman zaman ecdadımızı bu binada çeşitli etkinlikler düzenleyerek anıyoruz. Bugün de çeşitli şehirlerden gelen misafirlerimize, Hayme Ana, Hürrem Sultan ve Kanuni Sultan Süleyman'ın kıyafetleriyle çekimler yaparak geçmişin güzelliklerini geleceğe aktaran bir köprü olduk. Etkinliklerimiz yaz mevsimi boyunca devam edecek."

Etkinlik sonrası ziyaretçilere ayran ve geleneksel Türk yemekleri ikram edildi.