31 Ocak 2016 Pazar

Sascha Goetzel: Batılılar Türkiye'de kaliteli müziği görünce şaşırıyor

Önümüzdeki günlerde Avrupa turnesiyle Viyana, Münih, Frankfurt ve Nürnberg'de konser vermeye hazırlanan Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası'nın daimi şefi ve sanat yönetmeni Sascha Goetzel ile konuştuk. Buluşmamız ne yazık ki Sultanahmet'teki bombalı saldırının hemen ertesi günüydü.

Bundan tam 43 yıl önce Viyana'da gerçekleşen bir yeni yıl partisinde, mavi gözlü küçük Sascha –ki o zaman sadece üç yaşındadır- etrafında dans eden 50'ye yakın insanın tam ortasına geçip bir sandalyenin üstünde eline aldığı küçük bir çubukla onları yönetmeye başlar. Daha o gün, herkes Sascha'nın gelecekte ünlü bir şef olacağını düşünür. Hikâye işte tam burada başlıyor. Bundan sonra Sascha keman sanatçısı babasıyla gittiği her konserde ‘ortadaki adam' olmak istediğini söylüyor. Nedenini kendisi de bilmiyor hâlâ. “Bir çeşit büyü, sihir gibi” diyor bu tutkusuna bir ad koymak isterken. Orkestra şefi olmak için ilk adım olarak müziği ve tabii ki profesyonel seviyede bir enstrüman çalmayı öğrenmesi gerektiğinden, o da babası gibi en sevdiği çalgı aleti kemanı seçer. Kariyerinin ilk adımları böylece atılmış olur.

Bir keman sanatçısı olarak başladığı bu yolculukta, aralarında Zubin Mehta, Izthak Pearlman ve Riccardo Muti gibi dünyaca ünlü isimlerden şeflik eğitimleri alır. Daha sonra her yıl yüzlerce şef adayının başvurduğu Tanglewood Müzik Festivali'ne Seiji Ozawa tarafından davet edilmesiyle kariyerine bir şef olarak devam eder. Yaklaşık yirmi yıldır dünyanın çeşitli yerlerinde orkestra yöneten Goetzel, 7 yıldır da Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası'nın (BİFO) sanat yönetmenliğini ve sürekli şefliğini sürdürüyor. Viyana'daki eviyle İstanbul'daki konserleri arasında mekik dokuyan Goetzel ile konuştuk...

Bildiğiniz gibi Sultanahmet'te bir bombalı saldırı oldu. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde terör tırmanıyor. Bütün bunlar karşısında neler hissediyorsunuz?

Biliyorsunuz, biz müzikle insanların kalplerine, ruhlarına hitap ediyoruz. Nerede bir konser yapıyorsak, oradaki insanlarla aramızda bir bağ oluşuyor. Ve bir şef olarak, Türkiye'de, Almanya'da, Fransa'da ya da Japonya'da yönetirken, çoğunlukla o ülkenin insanlarından oluşan orkestra üyeleriyle de… Yani biz sanatçılar, insan ırklarının birleşebileceğini, barış içinde yaşamak adına bir yol bulabileceklerini göstermek için daha fazla çaba sarf etmeliyiz. Müzik bilmeden de anlayabileceğimiz bir dil. Yani bir konsere gittiğinizde, bilmediğiniz bir müziği dinleyip sevebilirsiniz ya da tabii ki sevmeyebilirsiniz. Ama müzik sizinle doğrudan konuşur. Bu sebeple biz müzisyenler, barış resminde bir mozaik taşı olabilirsek çok çok mutlu oluruz.

MÜZİK İNSAN RUHUNU İYİLEŞTİREBİLİR

Dünyadaki insanlar, terör, ırkçılık, İslamofobi gibi sebepler yüzünden günden güne ayrıştırılıyor. İnsanları ve toplumları müzikle bir araya getirmek mümkün olur mu?

Müzikle dünyayı daha iyi bir yer haline getirebileceğimize inanın. Bazı insanlar beni saf görebilir, hayalperest ya da çocuksu bulabilir. Ama bu beni etkilemez çünkü dünyanın her yerinde müzikle insanların sakinleştirilebileceğini, kalplerinde bir ışık yakılabileceğini tecrübe ettim. Elbette onlara yiyecek veremeyiz, bedenlerini doyuramayız. Doktor da değiliz, vücutlarını iyileştiremeyiz. Ama ruhlarını iyileştirebiliriz. Müzik iyileştirebilir.

Yani, iyileşmiş bir ruh için daha fazla müziğe ihtiyacımız olduğunu mu düşünüyorsunuz?

İnsanların duygularını gerçekleştirebilmelerine izin vermeye ihtiyacımız var. Müzik insanların ruhları arasında kurulacak köprüde katalizör görevi görür. Daha çok müziğe ihtiyacımız olduğunu söylemiyorum. Müziğin önyargılar olmadan birbirlerinin ruhlarını hissetmelerine imkan verdiğini düşünüyorum. Barış İçin Müzik çocuklarıyla çalışırken de aynısı. Bir araya geldiklerinde ilk başlarda gergin oluyorlar ama beş dakika içinde rahatlamaya başlıyorlar. Müzik onlara özgür olduklarını, yargılanmadıklarını, kısıtlamadıklarını hissettiriyor. Yani felsefi açıdan baktığımızda insanlara müzikle pek çok şey öğretebilirsiniz.

MÜZİĞİ FARKLI KULAKLARLA DUYARIZ

Orkestrayı yönetirken müziği duyabiliyor musunuz?

Evet. Duymak zorundasınız. Tabii ki bizim farklı kulaklarımız var. Tonlama kulağımız var; tonlamayı dinliyorsunuz, doğru mu yanlış mı diye. Ses kulağımız var; her bir müzisyen ve enstrümanı dinliyorsunuz nasıl ses üretiyor diye. Saf müzikal kulağınız var; her bir bölüm bütüne uyuyor mu diye. Bazen bütün kulaklarınızı açarsınız ama bu fazla konsantrasyon gerektirir. Bunu çok uzun süre yaparsanız provalarda çok yorulursunuz. Ama konserde her şey açıktır. Bunu provalarda da yaparsanız sizinle birlikte orkestra da çok yorulur. Sürekli durmanız gerekir, ‘Burası yanlış'. ‘Gecikme oldu', ‘Burada ses iyi değil' vs. Böylece müziğin akışını sağlayamazsınız.

Örneğin Chopin'den bir beste çalacaksınız. Türkiye'deki orkestra ile söz gelimi Çin'deki orkestranın o besteyi çalması arasında farklılıklar oluyor mu?

Evet oluyor çünkü insanların dili farklı. Türkçe konuştuğunuzda, Çin'deki insanlardan farklı bir ifade etme şekliniz oluyor. Bu nedenle bir şef orkestra ile bir araya geldiğinde yapması gereken ilk şey o orkestra için müziğin doğal konuşma dilini anlaması gerekir. Burada doğru ya da yanlış diye bir şey yok, sadece anlamak var. BİFO'ya geldiğimde de ilk olarak insanların müzik dilini çözmeye çalıştım. Onlara, müziği daha kaliteli bir hale getirebilmek için farklı neler yapabileceğimizi öğrettim. Bu adım adım ilerleyen bir süreç. Sesi, yalnız başınıza değil bütün müzisyenlerle birlikte değiştirebilirsiniz. Orkestranın karakterini değiştirmemeniz çok önemli. Karakter değişmemeli çünkü bu onların ruhudur. Ama kaliteyi artırabilirsiniz.

Bir orkestrayı tanımak için ne kadar zamana ihtiyacınız var?

Sahnedeyken kendinizi korumaya almamanız gerekir. Eğer alırsanız bir duvar örersiniz. Bu duvar iki tarafı da etkiler. Kendinizi korumaya alırsanız ne istediğinizi de anlatamazsınız. Bu da iyi bir şey değildir. Kulaklarınız size bütün teknik detayları, ruhunuz ise enerjiyi anlatır. Ve empati ile onları analiz edersiniz. Hem analitik hem de duygusal olmanız gerekir. Bu ilk yarım saat, 45 dakikada olur. İlk aradan sonra artık orkestrayı daha iyi tanıyorsunuzdur ve çalışmaya başlayabilirsiniz.

Büyük iş…

Eğer çok fazla kontrol etmek isterseniz işe yaramaz. Başlarda orkestradaki bazı insanları şefin her şeyi kontrol etmesini isterler. Onlara ne yapmaları gerektiğinin söylenmesini beklerler. Tabii ki böyle de yapılabilir. Ama eğer müzikte ‘sihir' seviyesine ulaşmak istiyorsanız onların sizin için çalmayı arzu etmelerini sağlamalısınız.

Peki siz baskıcı bir şef misiniz?

Eğer onları zorlarsanız gönüllü olarak yapacaklarından farklı bir müzik elde edersiniz. Onları bu şekilde çalmaları için motive etmeye çalışıyorum. Bazılarının bir duvar ördüklerini hissedersem son aşamada onlara ne yapmaları gerektiğini söylüyorum.

TÜRKİYE'DE BÜYÜK BİR POTANSİYEL VAR

Türkiye'de klasik müzik ortamı için ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'de inanılmaz bir yeteneğin olduğunu düşünüyorum. Çok iyi müzik okulları, çok iyi öğretmenler var. Batı üniversitelerinden Türkiye'ye gelenler müziğin seviyesini gördüklerinde her zaman şaşırırlar. ‘Bu inanılmaz. Hiçbir zaman Türkiye'de bu kalitede müzik dinlemeyi beklemezdim.' derler. Ben de onlara, daha çok öğrenmelerini söylüyorum. Türkiye'de sadece klasik müzik alanında değil genel anlamda müzikte büyük bir potansiyel var.

Neden bu seviyede bir müzik duymayı beklemiyorlar?

Çünkü şimdiye kadar uluslararası arenada üst seviyede performans gösteren sadece Türk solistler olmuş. Sadece solistler… Ama şunu anlamanız gerekiyor ki; Batı toplumu için sanat kültüründe en yükse seviye klasik, senfonik orkestradır. Yüz kişi aynı anda sanat yaptığında bu müziğin en yüksek formudur. Yani çok iyi düzeyde orkestrası olan bir ülke, uluslararası alanda müzikal olarak saygınlık kazanır. Sadece bir solist olursa onun yeteneği öne çıkar. Ama yüz kişinin aynı anda sahnede olması, onların muhteşem bir müzik kültürüne sahip olduklarını kanıtlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder