29 Ağustos 2015 Cumartesi

Eylülde sergi sağanağı geliyor

Yaz rehavetinin ardından, eylül ayının girmesiyle birlikte sanat dünyası, sezonu görülmemiş bir enerjiyle açıyor.

Türkiye'nin önde gelen sanat kurumları ve müzeler, 1 Eylül'den itibaren peş peşe önemli sergileri hayata geçiriyor. 14. İstanbul Bienali pek çok mekanda sanatseverleri ağırlamaya hazırlanırken, Sabancı Müzesi umutsuzluğa başkaldırısıyla tanınan Zero akımını, Pera Müzesi Saraybosna çağdaş sanatını, ArtInternational ise ünlü sanatçıları ve 400'den fazla galeriyi İstanbul'a getiriyor. Sanatseverleri baş döndüren bir trafik bekliyor. En önemlisi, biraz umut...

14. İstanbul Bienali (5 Eylül-1 Kasım)

Su üstünde bienal

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından iki yılda bir düzenlenen çağdaş sanat etkinliği 14. İstanbul Bienali 5 Eylül'de başlıyor. ‘Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori' teması etrafında şekillenen bienal süresince Afrika, Asya, Avustralya, Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika ve Kuzey Amerika'dan 80'in üzerinde katılımcının çalışmaları Boğaz'ın Avrupa ve Anadolu yakasında bulunan 30'dan fazla mekânda gezilebilecek. Tuzlu Su, müzelerin yanı sıra tekneler, oteller, eski bankalar, otoparklar, bahçeler, okullar, dükkânlar ve özel konutlar gibi kara ve su üzerindeki geçici yerleşim alanlarına yayılacak. Masumiyet Müzesi, Troçki'nin Büyükada'daki evi, Kaptan Paşa Deniz Otobüsü, Meis Adası, Beyoğlu'nda ayakkabı mağazası FLO'nun bir katı sergi mekanları arasında. Bienalin küratörü Christov-Bakargiev'in deyimiyle “Su üzerinde epey vakit geçireceğimiz” bienalde 80'den fazla sanatçının 1500 civarında eseri sergilenecek. (www.14b.iksv.org)

Salt Beyoğlu ve Salt Galata: Neden

Geldik Buraya (3 Eylül-29 Kasım)

Neden geldik ah İstanbul'a

12 Eylül darbesinden sonra ortaya çıkan toplumsal hareketler ve popüler kültür öğeleri üzerinden Türkiye'nin yakın geçmişini irdeleyen ‘Nerden Geldik Buraya' sergisi 3 Eylül'de SALT Beyoğlu ve SALT Galata'da açılıyor. İstanbul'u merkeze alan sergi ​de Türkiye'de 80'ler, reklam filmi, dergi, fotoğraf, video gibi arşiv materyalleri ve sinemadan örneklerle değerlendiriliyor. (www.saltonline.com)

ArtInternational (5-6 Eylül, Haliç Kongre Merkezi)

Banksy, Andy Warhol, Joan Mıro, Davıd Hockney, Grayson Perry…

Bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilecek olan ve sadece iki gün süren ArtInternational da 5 Eylül'de başlıyor. Çağdaş sanat piyasasına hızlı bir giriş yapan fuarda bu yıl, çizim yaptığı duvarlar sökülüp milyon dolarlara satılan grafiti sanatçısı Banksy, pop art akımının babası Andy Warhol, Joan Miro, David Hockney, Grayson Perry gibi sanatçılar ağırlanacak. İspanya'dan Çin'e, İtalya'dan Bulgaristan'a 27 ülkeden 87 galeri ve 400'den fazla sanatçı İstanbul'da olacak. Çok kısa olmasına rağmen çok hareketli geçen fuarı geçen yıl 22 bin kişi ziyaret etmiş ve 22 milyon 500 bin Euro'luk satış yapıldığı açıklanmıştı. (www.artinternational-istanbul.com)

Galerist: Arap Baharı Günlükleri (1 Eylül-3 Ekim)

Arap baharına sanatsal bir bakış

Galerist'in geçtiğimiz mayıs ayında açılan Galata'daki proje mekanı Studio, 1 Eylül'de İbrahim El Salahi'nin “Arap Baharı Günlükleri” sergisine ev sahipliği yapacak. Arap ve Afrika modernizminin önemli temsilcilerinden biri olan 1930 Sudan doğumlu Salahi'nin Arap baharına sanatsal cevabı niteliğindeki çalışması 46 mürekkep çiziminden oluşan bir karalama defteri niteliğinde. “Arap Baharı Günlükleri”, sanatçının Tate Modern'deki retrospektifinin (2013) ardından ilk defa Galerist Studio'da sergilenecek. (www.galerist.com.tr)

Sakıp Sabancı Müzesi: Geleceğe Geri Sayım:

Zero (2 Eylül-10 Ocak)

Dört, üç, iki, bir: Zero

Daha önce Dali, Rodin, Miro, Monet gibi ünlü sanatçıların eserlerine ev sahipliği yapan Sakıp Sabancı Müzesi bu kez İkinci Dünya Savaşı sonrası umutsuzluğa başkaldıran ‘Zero' akımının sanatçılarını ağırlamaya hazırlanıyor. Akbank Sanat'ın katkısıyla 2 Eylül'de açılacak sergi ‘Zero' akımının kurucuları Heinz Mack, Otto Piene, Günther Uecker ile akıma dahil olmuş sanatçıların 100'ün üzerinde eserini bir araya getirecek. Zero akımının Türkiye'deki tek temsilcisi ressam Gencay Kasapçı da sergi süresince düzenlenecek etkinliklerde olacak. (www.sakipsabancimuzesi.org)

İstanbul'74: Gail Albert Halaban,

“Out My WIndow” (1-7 Eylül)

Tanışmamış komşuları bir araya getiren sergi

İstanbul'un yeni sanat mekanlarından Karaköy'deki İstanbul'74'te, tüm dünyada ses getiren Gail Albert Halaban'ın fotoğraf ve performans projesi “Out My Window”, gerçekleştirilecek. Sanatçı, projesinde daha önce tanışmamış komşuları bir araya getiriyor ve projeye dahil olanlardan karşısındakinin yerine geçmesini isteyerek; birbirleriyle ve yaşadıkları yerle olan ilişkilerini dönüştürmeye davet ediyor. Halaban'ın, Paris ve New York'ta ilk ayağını gerçekleştirdiği projesi dünya basınında geniş yer bulmuştu. (www.istanbul74.com)

Pera Müzesi: Günümüzün İmgeleri (3 Eylül-1 Kasım)

Saraybosna çağdaş sanatı Pera'da

Merakla beklenen sergilerden biri de 3 Eylül'de Pera Müzesi'nde açılacak. ‘Saraybosna Güzel Sanatlar Akademisi'nden Yapıtlar: Günümüzün İmgeleri' adlı sergi, Akademi'nin altı fakültesinden lisans ve yüksek lisans öğrencilerinin ve mezunlarının resim, heykel, baskı, grafik ve ürün tasarımı gibi çeşitli mecralarda ürettikleri işleri kapsıyor. Saraybosna Üniversitesi Felsefe Fakültesi'nden Prof. Aida Abadzic Hodzic'in küratörlüğünde düzenlenen sergi, Bosna Hersek çağdaş sanatına bir bakış sunarken, gençlerin gözüyle ülke tarihine ve sosyal konulara dair yorum ve yansımaları da içeriyor. (www.peramuseum.org)

Arkas Sanat Galerisi: ‘İzmir:

Yarınlara Bir Miras' (17 Eylül-15 Kasım)

Fotoğraflarla İzmir

İzmir'deki Arkas Sanat Galerisi yeni sezonu bir fotoğraf sergisiyle açıyor. 17 Eylül'de başlayacak olan “İzmir: Yarınlara Bir Miras İzmir İçin” adlı sergide, dünyanın birçok ülkesinden ve Türkiye'den 18 fotoğrafçının geçen yıl Unesco Dünya Mirası Listesi'ne giren Bergama, Alaçatı, Asansör, Bornova, Karşıyaka, Kordon, Urla gibi kentin çeşitli ilçe ve mahallelerinde çektikleri fotoğraflar sergilenecek. Fotoğrafçılar arasında Türkiye'den Murat Germen, Arjantin'den Nicolas Berlingieri, İspanya'dan Gabriel Brau, İtalya'dan Virgillo Bardossi, Kanada'dan François Nadeau, Macaristan'dan İstvan Kerekes, Pakistan'dan Muhammad Jahangir Khan var. (www.arkassanatmerkezi.com)

Borusan Contemporary: Görünenin Ardındaki

(5 Eylül 2015-21 Şubat 2016)

GÖRÜNENDEKİ GÖRÜNMEYENLER

Rumelihisarı'ndaki Borusan Contemporary de eylül ayına iki yeni sergiyle giriyor. 5 Eylül'de başlayıp 21 Şubat 2016'ya kadar devam edecek ‘Görünenin Ardındaki' ve ‘Tutku' başlıklı sergiler, yerli ve yabancı çağdaş sanat eserlerine yer verecek. Christiane Paul'un küratörlüğündeki Michal Rovner, Krzysztof Wodiczko ve Zimoun'un ‘Görünenin Ardındaki' sergisi, görünür yüzeyin altında kalan belirsizlik duygusunu ve ‘öteki olma' korkusunu oda boyutundaki dört yerleştirmede işliyor. Dr. Necmi Sönmez küratörlüğündeki ‘Tutku' sergisinde ise şehvet ve arzu temalarıyla diyaloğa giren çalışmalar, şiir, anlatı gibi edebiyat ürünleriyle yeniden yorumlanıyor. (www.borusancontemporary.com)

Akbank Sanat: Louise Bourgeois:

Dünyadan Büyük (1 Eylül-28 Kasım)

58 ESERİ İLE LOUISE BOURGEOIS

Akbank Sanat, yeni sezonu 20. yüzyılın en önemli kadın sanatçılarından, sadece kendinden sonraki sanat oluşumunu etkilemekle kalmamış, kendinden önceki sanat tarihinin de yeni bir gözle ele alınmasını sağlamış Louise Bourgeois'nın yapıtlarından oluşan ‘Louise Bourgeois: Dünyadan Büyük' sergisiyle açıyor. Küratörlüğünü Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman'ın yaptığı sergide, Türkiye'de yapıtları daha önce görülmemiş, sadece 1997 yılında 5. Uluslararası İstanbul Bienali'nde tek bir eseri sergilenmiş Louise Bourgeois, 58 eseri ile ülkemizde ilk kez sanatseverlerle buluşacak. (www.akbanksanat.com)

Kendin çek, kendin göster

İlk kez geçtiğimiz yıl Pera Müzesi'nde düzenlenen, genç video sanatçılarını bir araya getiren tek gecelik deneysel video sergisi ‘Kendin Çek, Kendin Göster'in ikincisi önümüzdeki hafta yapılacak.

4 Eylül Cuma günü Pera Müzesi'nde saat 19.00-23.00 arasında gerçekleştirilecek etkinlikte yer alacak sanatçılar da belli oldu. 2010 yılından bu yana dünyanın çeşitli şehirlerinde düzenlenen BYOB'nin İstanbul'daki ikinci etkinliğinin küratörlüğünü Maybe Art Projects üstleniyor. Katılacak sanatçılar ise Zafer Akşit, Bahadır Arıcı, Nurhan Avcı, Eray Dinç, Lara Kamhi, Gizem Karakaş, Fikret Karaman, Onur Kemal Kösedağ, Nazlı Tuhera Moral, Ergin Soyal, Etem Şahin, Berkay Tuncay, Kubilay Ural, Müge Yıldız, Bahar Yürükoğlu ve Wounded Wolf Press.

27 Ağustos 2015 Perşembe

Ölümünün yedinci yılında İlhan Berk sergisi

Türk şiirinin ‘uç beyi' İlhan Berk, aramızdan ayrılalı yedi yıl oldu. Şair, 28 Ağustos 2008'de hayata veda etti.

Geride şiir, deneme ve anı olmak üzere pek çok edebi eser bırakan İlhan Berk aynı zamanda ressamdı. Eserleri ölümünden sonra çeşitli mekanlarda sergilendi. İkinci Yeni şiirinin en üretken şairlerinden biri olan İlhan Berk, ölümünün yedinci yılında Bodrum'da bir sergi ile anılıyor. 28 Ağustos Cuma günü Bodrum Nurol Sanat Galerisi'nde açılacak ve sadece üç gün görülebilecek sergide şairin fotoğrafları, resimleri, el yazısı şiirleri ve özel eşyaları sergilenecek. 2011 yılından bu yana her yıl sanatçının oğlu mimar Ahmet Berk ile gerçekleştirilen ‘İlhan Berk Anma Sergisi' 31 Ağustos'a kadar her gün 12.00-20.00 saatleri arasında izlenebilecek. İlhan Berk, uzun yıllar yaşadığı Bodrum ile bütünleşmiş bir isim. Şairin Bodrum'daki evi de oğlu Ahmet Berk tarafından önümüzdeki yıllarda yaşayan bir müze ve edebiyat evi olarak kültür hayatımıza kazandırılacak.

Şehir Tiyatroları direniyor

Oyuncu Levent Üzümcü'nün İBB İstanbul Şehir Tiyatroları'ndan ihracına tepkiler büyüyor. ŞT Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu ve ekibi, dün siyah giysilerle bir basın toplantısı düzenleyerek kararın kendilerinin bilgisi olmadan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Üst Disiplin Kurulu tarafından alındığını söyledi. ŞT Disiplin Kurulu üyesi Ayşegül İşsever, toplantıda istifasını açıkladı. İSTİŞAN, Oyuncular Sendikası gibi sivil toplum kuruluşları da Harbiye'de bir araya geldi.

Oyuncu Levent Üzümcü'nün İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'ndan ihracı, tiyatro dünyasında depreme yol açtı. İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu, dün Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde bir basın toplantısı düzenledi. Genel Sanat Yönetmeni yardımcıları Engin Alkan, Hakan Arlı, Yiğit Sertdemir ve sahne direktörleri Ozan Gözel ile Zafer Kırşan'ın katıldığı toplantıda tüm konuşmacılar siyah kıyafet giyinmişti. Medya ordusunun izlediği toplantıya önce, elinde Muhsin Ertuğrul'un “Benden Sonra Tufan Olmasın” kitabıyla Erhan Yazıcıoğlu teşrif etti. Kitabı masaya dik ve sert bir şekilde yerleştiren Yazıcıoğlu'nun ardından diğer isimler masanın etrafına dizildi. Yazıcıoğlu'nun neden böyle bir kitapla geldiğini biraz sonra yaptığı açıklamada anladık. “Neden istifa etmiyorsunuz?” sorularına cevabını baştan veriyordu.

‘BUGÜN TİYATRONUN YAS GÜNÜDÜR'

Yazıcıoğlu konuşmasına, göreve geldiği günden itibaren yaptıklarını anlatarak başladı. Konu Levent Üzümcü'ye gelince, bir anda durakladı, yutkundu, gözleri doldu ve şöyle devam etti: “Kurumumuzun ve Türkiye tiyatrosunun en değerli sanatçılarından, ailemizin en sevilen üyelerinden biri olan Levent Üzümcü'nün, Şehir Tiyatrosu yönetimiyle hiçbir şekilde irtibat kurulmadan, tamamen Belediye Üst Disiplin Kurulu tarafından açılan soruşturma neticesinde, kurumdan atıldığı bilgisi hem kamuoyuna hem tarafımıza tebliğ edilmiştir. Bilinmelidir ki, bugün hem bizim açımızdan hem kurum açısından bir yas günüdür… Eğer bu kararı gerekçelendiren nokta Memurin Yasası ise, Anayasa ile çelişki barındıran bu durumun ortadan kalkması adına Memurin Yasası'nın acilen değişmesi gerekliliği bir kez daha açıkça ortaya çıkmıştır.”

Şehir Tiyatroları Yönetmeliği'ne göre, bir oyuncu tiyatroda bir suç işlerse bunu irdelemek ŞT Disiplin Kurulu'nun görevi ama alınan ihraç kararında ŞT Disiplin Kurulu'nun adı dahi geçmiyor. Yazıcıoğlu, “Levent, en ufak bir suça sahip değil. Bizim tarafımızdan disipline gönderilmiş bile değil. Şu da yanlış geliyor bana. Maaşını ben veriyorum. Sus bir kenarda otur. Yok böyle bir şey! Maaşımı bana halkım veriyor. Halkın vergileriyle ben burada ayakta duruyorum.” diyor.

“MÜCADELEYİ SÜRDÜRECEĞİZ, ALANI BOŞALTMAYACAĞIZ”

Yazıcıoğlu, elbette siyasi olarak Levent Üzümcü ile aynı fikirde değil, konuşmasında bunu birkaç kez belirtti ama onu savunmak için aynı görüşte olmasının gerekmediğini söyledi. Kararı yanlış ve antidemokratik olarak niteledi. Sorumlu kişileri de yanlışı düzeltmeye çağırdı. Her türlü mücadeleyi sürdüreceklerini ve asla alanı boşaltmayacaklarını ifade etti: “Bu tiyatro bizim ve bizim olarak kalacaktır. Kovulsak da buradayız. Bizi sahneden kimse ayıramaz.” cümleleriyle kararlığını gösterdi.

“SANAT GİBİ ÜLKE DE KİN VE NEFRETLE YÖNETİLEMEZ”

İki yıldır görevde bulunan Yazıcıoğlu, sanatçılara yapılan baskılar konusunda iktidara karşı ilk defa bir duruş sergiliyor. Dünkü toplantının en önemli yanı belki de buydu. Muhalif olan sanatçılara el uzattığı da kulislerde konuşuluyor. Yazıcıoğlu, tavrını şu cümlelerle açıkladı: “Bizi bu göreve getirenler kadar, onlara karşı sorumlu olduğumuz kadar, bizi burada isteyen bine yakın arkadaşımız da çok önemlidir. Görev süresince bize karşı olanlar oldu, kızdık, üzüldük. Ama kin ve nefretle sanatın üretilemeyeceğine karar verdik. O yüzden herkese kucak açtık. Disiplin ve otoriteyi asla ihmal etmedik. Sevmeyenlere de kucak açtık. Sanat gibi ülke de kin ve nefretle yönetilemez.”

“İLK KEZ SİYASİ GÖRÜŞLERİ NEDENİYLE BİR OYUNCUNUN İŞİNE SON VERİLDİ”

Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Yardımcısı Engin Alkan da “İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun tarihi boyunca darbe dönemini bir tarafa bırakırsak ilk defa siyasi görüşleri nedeniyle bir oyuncunun işine son verilmiştir. Bu bir emsal teşkil edebilir. Bu hukuksal bir süreç ve takip etmeye devam edeceğiz. Çünkü Anayasa'yla ciddi bir çelişki barındırıyor Memuriyet Yasası” diyerek gelişmelerin tarihî; yönünü hatırlattı.

‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar gideceğim'

Balıkesir'in Ayvalık ilçesinde ailesiyle tatilini geçiren ünlü sinema, dizi ve tiyatro oyuncusu Levent Üzümcü, İstanbul Şehir Tiyatroları'ndan ihraç edilmesini değerlendirdi. Kararı siyasi olarak nitelendiren ve ekmek paralarıyla oynandığını vurgulayan Üzümcü, mahkeme yoluyla hakkını savunacağını kaydetti. İhraç kararı sonrası İdari Mahkemesi'ne başvuracağını kaydeden Üzümcü, “Yanıt alamazsam Danıştay'a gideceğim. Danıştay'dan bir yanıt alamazsam Anayasa Mahkemesi'ne gideceğim. Beyefendiler Anayasa Mahkemesi'ne kişisel başvuruların önüne geçerse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar gideceğim.” dedi.

‘Mış gibi yapmak hiçbirimize yakışmıyor”

Erhan Yazıcıoğlu'nun konuşması bittikten sonra söz isteyen ŞT Disiplin Kurulu üyesi, oyuncu Ayşegül İşsever, “Disiplin kurulu by-pas edilerek, istedikleri zaman yüksek disiplin kuruluna göndererek işlerini görüyorlar. Şu durumda etkim olmadığı için hepinizin huzurunda istifa ediyorum.” diyerek bir anda salonda şaşkınlık yarattı. Tepkisini gösterdi. İşseven ayrıca, “Mış gibi yapmak hiçbirimize yakışmıyor.” diyerek Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu'nun samimiyetini sorguladı.

‘Elbette teslim olmayacağız'

Basın toplantısından sonra İstanbul Şehir Tiyatroları Oyuncuları Derneği (İSTİŞAN) de Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin girişinde basın açıklaması yaparak Levent Üzümcü'ye destek verdi. Binanın girişine “Levent Üzümcü yalnız değildir” yazılı pankart açıldı. İSTİŞAN adına konuşan oyuncu Sevinç Erbulak, “Bugün, Levent Üzümcü'yü Şehir Tiyatroları'ndan uzaklaştırmaya cüret edenlerin yapabildiği, Tevfik Fikret'in 95'e Doğru şiirindeki şu mısra kadardır: ‘Kanun diye kanun diye kanun tepelendi!' Gündelik siyasetin, elde edemediği ve hiçbir zaman elde edemeyeceği sanat dünyası üzerindeki, ürkütücü olduğu kadar komik ve beyhude gölgesi, beceriksiz bir karanlık oyundan fazlası değildir. Elbette teslim olmayacağız.” dedi.

25 Ağustos 2015 Salı

Yağmurlu ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası'

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın, Açıkhava Yaz Oyunları önceki akşam “Bir Yaz Gecesi” oyununun sahnelenmesi ile son buldu.

Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'ndeki oyun, yağan yoğun yağmura rağmen seyircinin de isteği ile devam etti. Şemsiyeler ve yağmurluklar altında oyunu izleyen seyirciler, sosyal medyadan oyunculara teşekkür etti. Yağmur altında unutulmayacak bir oyun izleyenler, sağanak sağanak yağan ‘bir yaz gecesi'ne güzelleme yapanlar, ‘beraber ıslandık biz bu oyunda' şarkısını hep bir ağızdan söyleyenler oldukça fazlaydı.

William Shakespeare'in merkezine bir aşk hikayesini yerleştirdiği ve bu aşk hikayesi üzerinden döneminin toplumsal değerlerini gözler önüne serdiği “Bir Yaz Gecesi Rüyası” adlı komedyası Aleksandar Popovski imzası ile sahneye taşındı. Oyunda; Levent Üzümcü'nün yanı sıra Selin İşcan, Gürol Güngör, Özgün Akaçça, Onur Demircan, Nurdan Kalınağa, Canan Kübra Birinci, Çağlar Yiğitoğulları, Arda Aydın, Onur Şirin, Dilay Taşkaya, Elyesa Çağlar Evkaya, Şevket Avşar, Müslüm Köse, Hazal Uprak, Aslı Şahin, Gürkan Bağbuğ rol alıyor. KÜLTÜR-SANAT

‘Tasavvuf müziği' terimini radyo ve televizyonda ilk kullanan sanatçıydı

Geçtiğimiz cumartesi hayata veda eden tasavvuf müziği üstadı Ahmet Hatipoğlu, dün Ankara Ahmet Hamdi Haseki Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra defnedildi. Tasavvuf müziğine uzun yıllar önemli katkılarda bulunan Hatipoğlu'nu, onu yakından tanıyan klasik kemençe sanatçısı Derya Türkan yazdı.

Ahmet Hatipoğlu ile 2000 yılında, TRT İstanbul Radyosu'na girdiğim zaman tanıştım. Ankara Radyosu'nda uzun yıllar devam ettiği Türk tasavvuf müziği çalışmalarını televizyona taşımıştı. TRT'de yayınlanan “Ahmet Hatipoğlu ile Tasavvuf Musikisi” adlı programına beni de davet etti. İlk defa orada karşılaştık. Mesleğe yeni adım atmış bir sanatçı olarak hocamızın beni etkileyen en önemli özelliği, bana bir arkadaş, meslektaş olarak yaklaşıp değer vermesiydi. Bu aklımdan hiç çıkmaz. Küçük yaşıma rağmen ilgi gösterdi, yardımcı oldu, destek oldu. Gençlerle arkadaş olur, onları şevklendirir ve geleceğe dair umut verirdi. Aslında herkese karşı tavrı aynıydı. Kibardı, konuşması nezaketliydi, yerinde espriler yapardı. Camiada, sanatçıları derleyip toparlayıcı özelliği ile bilinirdi. Etrafındaki herkes de kendisine saygı gösterirdi.

Ahmet Hatipoğlu yaptığı müziğe saygılı ve son derece ciddi yaklaşırdı. Türk tasavvuf musikisine yıllarca hem besteci, hem icracı hem de derleyici olarak büyük hizmetlerde bulundu. Özellikle Anadolu tasavvuf müziği üzerine yaptığı araştırmalar önemlidir. Unutulup gitmiş pek çok besteyi tekrar kaydederek gün yüzüne çıkarmıştır. Anadolu'daki tasavvuf müziği biraz daha farklıdır. İstanbul tekkelerindeki müzikle Kütahya'daki, Sivas'taki tekkelerin müzikleri farklılıklar gösterir. Herkes kendi yöresine ve kültürüne göre besteler yapmış. Bu çeşitliliği bir kültür hazinesi gibi gören hoca, onları tekrar gündeme getirdi.

Türkiye'de tasavvuf musikisi denince akla gelen birkaç isimden biridir Ahmet Hatipoğlu. Tabii ki çok önemli isimlerin öğrencisi olmuştur. Hopçuzade Şakir Efendi, o isimlerden biridir.

Çok çalışkan bir sanatçıydı. Müzik onun için bir yaşam biçimiydi. Üzerinde uzun uğraşlar verdiği Kutb-i Nâyi Osman Dede'nin (1652-1730) büyük eseri “Miraciye”nin tamamını (2 saate yakın) ilk defa TRT'nin katkısıyla Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı adına Ankara Radyosu Tasavvuf Korosu'yla birlikte banda okuyarak tanıtılmasını sağladı. Son zamanlarına kadar öğrenci yetiştiriyordu. Önemli bir müzisyen olan oğlu Emrah Hatipoğlu da yakın arkadaşımdır. Ne zaman görüşsek, “Hâlâ çalışıyor, hâlâ öğrenciler gelip gidiyor.” derdi.

İMAM VE HATİPLERE DERS VERİYORDU

Ahmet Hatipoğlu'nun bestecilik yönü elbette çok önemlidir. Ses sanatçılığı da vardır. Aynı zamanda tamburidir. Disiplinli olması, bilgiye aç olması, devamlı yeni şeyler araştırması ve geleceğe aktarması bakımından örnek alınacak bir şahsiyettir. Bilgisini asla kendine saklamazdı. Bu, çok önemlidir. Ahmet Hatipoğlu, bilgisini herkesle paylaşmayı zevk edinen biriydi. Diyanet İşleri Başkanlığı'nda çalışan imam ve hatiplere bilgi bazında çok yardımları olmuştur, birçoğuna ders vermiştir.

Her şeyden önemlisi, Türkiye radyolarında 1970'li ve 1980'li yıllarda, yasak olduğu dönemlerde tasavvuf müziği terimini ilk kullanan isimlerden biridir Hatipoğlu hoca. Dini musiki yasakken radyolara bu müziği sokmayı başarmış, “Bu bir kültürdür, devam etmesi gerekir, bunun da en önemli yeri radyo ve televizyonlardır.” diyerek mücadele vermiştir.

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Soluk almak için film çekiyorum

Tunç Davut'un yazıp yönettiği ‘Dolanma', 21. Saraybosna Film Festivali'nin ana yarışma bölümünde büyük ödül ‘Saraybosna'nın Kalbi' için yarışıyor.

Başrollerini Muhammet Uzuner, Defne Halman ve Baran Şükrü Babacan'ın paylaştığı film, Habil ile Kabil kıssasının serbest bir uyarlaması. Dünya prömiyeri Saraybosna'daki National Theatre'da yapılan Dolanma'nın senaryosunda umutsuzluk, iktidar ve aşk temaları öne çıkıyor. Çekimleri Bolu'da gerçekleştirilen filmde kaçak odun keserek, dış dünyadan yalıtılmış aile yadigârı bir evde yaşayan iki erkek kardeş ve geçmişi belirsiz bir kadının kesişen hayatları anlatılıyor. Saraybosna'nın ardından eylül ayında Altın Koza için yarışacak Dolanma'nın yönetmeni Tunç Davut ile konuştuk…

‘DOLANMA, BENİM İLK ÇOCUĞUM GİBİ'

İlk uzun metraj filminiz ile Saraybosna Film Festivali'nin ana yarışmasında olmak nasıl bir duygu?

Aslında Dolanma ilk çocuğum gibi, üzerinde uzun zaman çalıştım ve düşündüm. Bu filmi hayata geçirebildiğim ve uluslararası arenaya çıkarabildiğim için mutluyum. Özellikle Saraybosna gibi bir festivalde yer almak bizim için daha da önemli. Çünkü Saraybosna geçmişte büyük acılar yaşamış bir yer ve orayı ziyaret ettiğimde de o yaralara yakından tanık oldum. Saraybosna'da savaşın açtığı yaraları sanatla kapatabilmek adına filmimi orada seyirciyle buluşturmak benim için onur verici.

Saraybosna'da filminiz nasıl tepkiler aldı?

Basının filme ilgisi yoğun oldu. Saraybosna'ya sadece gösterim için gittim ve iki gün kalabildim. Ama yine de iki uluslararası dergiyle röportaj yaptım. Gazeteci ve eleştirmenlerle soru-cevap şeklinde görüşmeler gerçekleştirdik. İzleyicilerle yüz yüze konuştuk ve çok olumlu tepkiler aldım. Bazı seyircilerle yaptığımız sohbetlerde filmi bir kere izlemelerine rağmen hikâyedeki bütün ipuçlarını yakaladıklarını gördüm. Bu beni çok mutlu etti.

‘HABİL İLE KABİL'İN MODERN UYARLAMASI'

Dolanma, erkek egemen kültürdeki bitmeyen kadın-erkek mücadelesine dikkat çekiyor. Senaryoda bu yapıyı kurarken çıkış noktanız neydi?

Filmdeki karakterler topluma yabancılaşmış insanlar. Her biri umutsuzluk hastalığına yakalanmış. Bu hastalığın işkencesiyse ölemeyen hastanın can çekiştirmesine benziyor. İnsan bundan kurtulmak için sadece inanmalıdır. Anadolu'nun kendine has yapısı içinde insanlar genellikle yazgılarına boyun eğer. Bir şeyleri değiştirme gücünü kendilerinde bulamaz ve döngü içinde dolanıp dururlar. Habil-Kabil meselesini umutsuzluk, iktidar ve aşk temalarıyla buradan hareketle güçlendirdim. Kardeşlik, kıskançlık ve pişmanlık kavramlarını da yan ögeler yaparak yerelden evrensele ulaşmaya çalıştım.

Hikâyeyi oluştururken sizi besleyen kaynaklarınız nelerdi?

Bütün dini inançlarda yer alan ortak bir hikâyeden yola çıktım; Habil ile Kabil. Modernist bir bakış açısıyla ele alıp öyküyü biraz tersine çevirdim. Habil ile Kabil arasında geçen kıskançlık temasını farklı şekilde kullandım. Filmdeki ana karakterlerimizden biri olan Nalân ile gerçek hayatta da karşılaştım. Kendisi bana o zaman çok sert ve somut bir cümle kurmuştu; “İnsan benim gibi de olsa iki kardeşin arasına asla girmemeli.” demişti. Beni bu cümle öykü adına çok etkiledi. Elimde çalıştığım başka bir proje olmasına rağmen onu bırakıp bu hikâye üzerine yoğunlaştım. Aslında Nalan'ın izini sürmeye başladım da diyebilirim. Sevdiğim yazarlardan okumalar da yaptım.

‘İLK VE SON USTAM BİLGE KARASU'DUR'

İlk kısa filminiz Çatal, Bilge Karasu'nun aynı adlı öyküsünden uyarlama. Bahsettiğiniz okumalarda Bilge Karasu'nun etkisinden bahsedebilir miyiz?

Benim ilk ve son ustam Bilge Karasu'dur. Bana sadece okumayı değil yaşamayı öğretti. Ancak yine de eserimde yer vermek için yazar takıntısı olan insanlardan değilim. Hikâyeyi yazarken bunun felsefî; altyapısını oluşturmak durumundasınız. Bu defa varoluşçu filozoflara duyduğum ilgi senaryomla birleşti ve beni onlar besledi. Zaten bir öyküyü kurmaya başladığınızda bunu aynı zamanda bilginizle, yaşantınızla, kültürel bilginizle ve yapılaşmanızla yapıyorsunuz. Hayatta biriktirdiklerinizi ve tüm soru işaretlerinizi hikâyenizle yüzleştiriyor. Soluk alıyorsunuz. Ben de zaten soluk almak için sinema yapıyorum.

İlk kez uzun metraj filmde yönetmenlik yaptınız. Çekimler nasıl geçti?

Yaklaşık 20 yıldır sinema sektöründeyim. Setlerin birçok alanında çalıştım. Bu anlamda filmimi çekerken teknik zorluk yaşamadım. Ama şöyle bir zorluğu oldu. Aşk, sevgi, savaş, ihanet gibi yaklaşık 30-35 tane tema var. Bu temalar üzerinden sanat yapıyoruz hepimiz. Bu noktada da ne yapıldığını değil nasıl yapıldığını daha önemli görüyorum. Nasıl yapılması gerektiğini buldukça neyin olup olmayacağını da daha rahat anlıyorsunuz. Anlatım biçiminiz ona göre şekilleniyor ve öyküler anlam kazanıyor. Ben de nasıl yapacağıma karar vermek için bir buçuk sene senaryo üzerinde çalıştım ve onu didik didik ettim. Mekânımı buldum ve oraya evimi kurdum. 28 günde de çekimlerimizi tamamladık.

20 Ağustos 2015 Perşembe

Gençlik Orkestrası, Avrupa turunu İstanbul'da tamamladı

Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası, Budapeşte'de başlayıp Berlin'e uzanan Avrupa turnesini geçtiğimiz akşam İstanbul'da tamamladı. Orkestra, ‘Panayırlar, Bayramlar' temalı repertuvarında, müzikseverlere Mussorgski, Dvorak, Debussy ve Stravinski'nin eserlerinden oluşan geniş bir seçki sundu.

Şef Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası (TUGFO), bu yılki müzik turunu İstanbul'da tamamladı. Avrupa'nın tarihi şehirlerini gezen TUGFO, son konserini vermek için geçtiğimiz akşam Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde sahneye çıktı. ‘Panayırlar, Bayramlar' temalı repertuvarı ile müzikseverlerle buluşan orkestranın Mussorgski'den Dvorak'a uzanan seçkisi dinleyicilerin beğenisine sunuldu.

Sabancı Vakfı'nın, kuruluşunun gerçekleşmesini sağladığı ve 7 yıldır ana destekçisi olduğu orkestra, turnenin ilk konserini 8 Ağustos'ta Budapeşte'de verdi. Turnesine Slovakya'nın Bratislava, Çek Cumhuriyeti'nin Prag ve Almanya'nın Berlin şehirlerindeki konserlerle devam etti. 30 bine yakın kişinin katıldığı, dünyanın en önemli klasik müzik festivallerinden Young Euro Classic Festivali'ne her yıl özel olarak davet edilen TUGFO, bu yıl ayrıca Avrupa Ulusal Gençlik Orkestraları Federasyonu'na (EFNYO) tam üye olarak kabul edildi.

Konser öncesi Şef Cem Mansur ve Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası'nın katılımıyla ‘Demokrasi Laboratuvarı' gerçekleştirildi. Çok sesli müziğin çalışma ortamından örneklerin müzikseverlerle paylaşıldığı etkinlikte ayrıca “Takım ruhu, liderlik, karar verme, başkalarını dinleme, demokratik katılımın sınırları” gibi konular hakkında da konuşuldu.

‘HAFRİYAT' İLK KEZ GÖRÜCÜYE ÇIKTI

Kadrosunda Türkiye'nin önemli konservatuvarlarından sınavla seçilen 83 genç müzisyenin bulunduğu Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası dinleyicilerin yoğun ilgisiyle karşılandı. Salonu dolduran sanatseverlerce büyük beğeni toplayan orkestra konserde; Mussorgski'nin “Soroçinski Panayırı” Prelüdü, Dvorak'ın “Slav Dansları op.46”, Debussy'nin “İbéria” ve Stravinski'nin “Petruşka” eserlerini dinleyiciyle buluşturdu. Orkestranın bir de sürprizi vardı. Dünya Prömiyeri Berlin'deki “Young Euro Classic” etkinliği kapsamında düzenlenen konserde ‘Hafriyat' parçası da müzikseverler ile buluştu. Almanya'da yaşayan genç besteci ve piyanist Sinem Altan'ın bestelediği ve Berlin Senatosu'nun siparişi üzerine hazırladığı ‘Hafriyat', önceki akşamki konserde Türkiye'de ilk kez seslendirilmiş oldu.

Orkestra, salonu dolduran izleyicilerin yoğun ilgisi üzerine, Anadolu'ya özgü müzikal motifleri çok sesli müzik anlayışına göre sunan Ulvi Cemal Erkin'in “Köçekçe”si ile bis yaptı. Konser bitiminde duygularını paylaşan Şef Cem Mansur orkestrasına destek verenlere ve yardımcı hocalarına tek tek teşekkür etti. Performansıyla klasik müzik dinleyicilerinden tam not alan orkestra uzun süre ayakta alkışlandı.

Türkiye'nin ilk masal şenliği başlıyor

Beşiktaş Belediyesi, ‘Masal iyileştirir, masal büyütür, masal düşündürür, masal çözer!' anlayışıyla yola çıkarak masal anlatıcılığını yeniden canlandırmayı amaçlıyor.

KidsNook Masal Akademi işbirliğiyle yapılacak Türkiye'nin ilk masal şenliği, 12-13 Eylül günlerinde Akatlar Sanatçılar Parkı'nda gerçekleştirilecek. ‘Bir Varmış Bir Yokmuş' adlı şenlik, iki gün boyunca hem çocukları hem yetişkinleri masalların büyülü dünyasına götürecek. Katılımın ücretsiz olacağı etkinlikte masal anlatıcıları performanslarını çocuklar için sergileyecek. Masal şenliği, 13 Eylül Pazar akşamı Demet Tuncer'in performansına sürpriz ünlülerin katılımıyla son bulacak. (www.birvarmisbiryokmus.org)

18 Ağustos 2015 Salı

Çanakkale gazileri Avustralya'da

Çanakkale Savaşı'nın 100. yılı etkinlikleri kapsamında İstanbul, Ankara ve İzmir'de açılan “Unutulmayan Anılar ile Çanakkale Kara Savaşı” fotoğraf sergisi şimdi de savaşın diğer yakası Avustralya'da. Şimdiden iki şehirde açılan sergi, önümüzdeki günlerde üç şehri daha ziyaret edecek.

Vedat Açıkalın, 1990'da Çanakkale Savaşı'nın 75. yıl törenleri için fotomuhabiri olarak Avustralya'dan Türkiye'ye gelir. Burada yaşları 94 ile 102 arasında değişen Türk gaziler ile Anzak askerleri bir araya gelmiştir. İki karşı cephenin askerleri arasında duygusal anlar yaşanır. Bu manzarayı gören Açıkalın, dünyanın en zor savaşlarından birinin tanığı olan bu bir avuç insanın, savaşın 100. yılını göremeyeceklerini düşünür. Hemen orada, bir karar verir: Çanakkale gazilerinin hem savaş anılarını dinleyecek hem de fotoğraflarını çekecektir. Bu, sadece bir düşünce olarak kalmaz. Vedat Açıkalın düşüncesini hayata geçirir ve Çanakkale Savaşı'nın son tanıklarını ve hatıralarını unutulup gitmekten kurtarır.

Vedat Açıkalın, 25 yıl önce savaşın geçtiği alanda ilk adımını attığı çalışmayı bu yıl, Çanakkale Savaşları'nın 100. yılında “Unutulmayan Anılar ile Çanakkale Kara Savaşı” adlı bir sergiyle ortaya çıkardı. Sergi, Mart ve Nisan aylarında İstanbul, Ankara ve İzmir'de açıldı; şimdi ise savaşın diğer yakasına, Avustralya'ya taşındı. Çanakkale gazilerinin fotoğraf ve hatıraları, bu ülkede birçok merkezde izleyicilerin ilgisine sunulacak. Avustralya turunun ilk durağı ülkenin güneydoğusundaki Tazmanya adasının başkenti Hobart. 30 Temmuz'da açılan sergiye 2002 yılında 103 yaşında hayata veda eden Avustralya'dan Çanakkale savaşının son tanığı Alec Campbell'in dokuzuncu çocuğu Felicity Tangney katıldı. Tangney, geçtiğimiz nisan ayında Çanakkale'de düzenlenen törenlere Türkiye'nin son gazisi, 1994'te 108 yaşında aramızdan ayrılan Hüseyin Kaçmaz'ın oğlu Turgut Kaçmaz ile birlikte katılmıştı. Tangney, açılıştaki konuşmasında bu dostça karşılaşmadan ve Türklerin ilgisinden söz etti. Babasının sergideki fotoğrafları önünde konuşan Tangney, “Babam bu fotoğrafta, ne yaptım da bu duruma düştüm diye düşünüyor olmalı. Askere gidebilmek için yalan söyledi, yaşını büyüttü. Annesi buna çok üzülmüştü. O yaşta macera olmalı. Kendisini neyin beklediğinden haberi yoktu.” dedi.

ÇANAKKALE KONUSUNDAKİ DUYARLIK ARTTI

Sergi, ikinci durağında ise “Çanakkale Dün ve Bugün: Savaştan Doğan Dostluk” adıyla Sydney'de Opera Evi'nin yakınındaki Customs House'ta “Lone Pine” (Kanlı Sırt) Muharebesi'nin 100. yıldönümünde açıldı. Avustralya basınında da geniş yer alan serginin açılışında küratör Sandy Edwards, Açıkalın'ın fotoğrafçılık kariyerinde aldığı yolu anlattı. Son kitabı “Defending Gallipoli” bu yıl çıkan Çanakkale Savaşı konusunda uzman tarihçi ve yazar Doç. Harvey Broadbent açış konuşmasında, “90'lı yıllarda Türk ve Avustralyalıların Çanakkale konusundaki duyarlılıklarının kesiştiği açıkça görülüyordu. Her yıl daha çok Türk, Çanakkale savaş alanlarına gidiyor, Türklerin orayı ziyaret eden Avustralyalılara karşı duyduğu ilgi de artıyordu. Anzak Koyu ve Kuzey Kumsal'ında düzenlenen Şafak Ayinlerine giden Türklerin sayısı her yıl yükseldi.” dedi. İki ülkenin askerleri arasındaki paylaşıma da dikkat çeken Broadbent, “Bu sergi, en azından Avustralya ve Türkiye için 20. ve 21. yüzyıl tarihinin önemli bir parçası olduğu gibi, ortak yaşanmışlıkların tarihe geçirilmesine de bir katkı.” diye konuştu.

Çanakkale gazilerine ait fotoğrafların yanı sıra gaziler ile Anzak askerlerinin torunları, Çanakkale Savaşı'nda kullanılan aletler ve tarihî; belgelerden oluşan 88 fotoğrafın yer aldığı sergi, 29 Ağustos'tan sonra Perth, Melburne ve Canberra şehirlerinde de açılacak.

Sergi İstanbul'da devam ediyor

Çanakkale Savaşı'nın 100. yıl etkinlikleri çerçevesinde Vedat Açıkalın'ın fotoğraflarından oluşan “Unutulmayan Hatıraları ile Çanakkale Kara Savaşı” sergisi Rahmi M. Koç Müzesi'nde 26 Mart'ta açıldı. Çanakkale Savaşları'nın ve büyük zaferin tarihine ait farklı ayrıntıları görmek isteyenler, sergiyi 20 Eylül'e kadar ziyaret edebilir.

15 Ağustos 2015 Cumartesi

‘Anadolu Güneşi' Çin'e doğdu

Prof. Dr. Uğur Alpagut ve Türk halk müziği uzmanı Kemal Bilsel Sarısözen'in 2003'te kurduğu Anadolu Güneşi grubu, üç konser için Çin'de. Alpagut ve MÜZED'in girişimiyle Uluslararası Müzik Eğitimi Birliği-ISME'nin dünyanın farklı kentlerinde 2 yılda bir düzenlediği “Dünya Müzik Eğitimi Konferansı'nın 33.sü İstanbul'da gerçekleşecek.

Önce Anadolu Güneşi… Anadolu Güneşi Müzik Topluluğu (Anatolian Sun), Prof. Dr. Uğur Alpagut ve Kemal Bilsel Sarısözen'in çabalarıyla kuruldu. Grubun tek bir amacı vardı. Otantik değerlerle, evrensel çalgı tekniklerini buluşturmak. Yani bağlama sanatçısı, tavırlı çalışını bozmadan sürdürecek, keman ve piyano gibi enstrümanları kullanan sanatçılar ise çalgı becerilerini halk ezgilerinin özünü bozmadan yorumlayacak.

Daha çok akademisyenlerden oluşan grup, on yıl boyunca Pakistan, Malezya, Macaristan, Ürdün, Suriye, Makedonya, Avustralya, ABD, Fransa, Çin ve Kanada'da kah Evlerinin Önü Mersin'i, kah Drama Köprüsü'nü, kah Sobalarında Kuru da Meşe Yanıyor Efem türkülerini çalıp söyledi. Şimdi de bu türküleri Çinlilere okuyorlar. Geçtiğimiz pazartesi günü son provalarını İTÜ Türk Müziği Konservatuvarı'nda yapan grup, aynı günün gecesi Çin'e doğru yola çıktı. Kemanda Prof. Dr. Uğur Alpagut, bağlamada Prof. Adnan Koç, kavalda Doç. Cihan Yurtçu, piyanoda Kaya Güç, vurmalıda Yalçın Duran Baygın ve tenor Yrd. Doç. Ömer Türkmenoğlu'ndan oluşan grup, ilk konserini önceki gün Çin'in kuzeyindeki İç Moğolistan özerk bölgesinin en büyük sanayi kenti Baotou'daki Grand Theatre'da verdi. İkinci konser bugün Pekin'de, Beijing Concert Hall'da. Üçüncü konser ise 17 Ağustos Pazartesi günü Tiajin'deki Grand Theatre'da gerçekleşecek.

Konserler iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde, Denize Dalmayınca, Yemen Türküsü, Ah Bir Ataş Ver Cigaramı Yakayım, Başındaki Yazmayı Sarıya mı Boyadın, Kıbrıs'ın Güzel Kızı, Fidayda türküleri enstrümantal olarak icra ediliyor. İkinci bölümde ise tenor Ömer Türkmenoğlu, Iğdır'ın Al Elması, Divane Aşık Gibi, Üsküdar'a Gideriken, Gesi Bağlarında, İzmir'in Kavakları, Altın Hızma, Urfa'nın Etrafı Dumanlı Dağlar'ı senfonik tarzda seslendiriyor.

DÜNYA MÜZİSYENLERİ 2018'DE TÜRKİYE'DE OLACAK

Grubun, 2003'ten bu yana sessiz sedasız verdiği bu konserler, asıl meyvesini 2018'de verecek. UNESCO'nun çağrısı üzerine, ilk kez 1953'te toplanan International Society For Music Education (Uluslararası Müzik Eğitimi Birliği), kısa adıyla ISME dünyanın farklı kentlerinde 2 yılda bir “Dünya Müzik Eğitimi Konferansı” düzenliyor. Bu toplantılarda 80'in üzerinde ülkeyle, farklı kültürlerin bir araya geldiği, çok yönlü etkileşime dayalı bir ortam oluşuyor. Başta müzik eğitimcileri olmak üzere, müziğin farklı alanlarında uzmanlaşmış delegeler, sanatçı ve öğrencilerin yer aldığı konferansa yaklaşık 3 bin kişi katılıyor.

Anadolu Güneşi, ISME'nin 2006'da Malezya'da, 2010'da ise Çin'de yapılan konferanslarına katıldı ve Türk müziğini tanıttı. Daha sonra devreye Müzik Eğitimcileri Derneği (MÜZED) girdi ve önce 2012'de ISME'ye üye olundu. 2014'te Brezilya'nın Porto Alegre şehrinde gerçekleşen 31. konferansta, 2018'deki etkinliğin Türkiye'de yapılmasına karar verildi. 24-29 Temmuz 2016 tarihinde İskoçya'nın Glasgow kentinde yapılacak 32. ISME Dünya Konferansı'nın kapanış töreninde yine Türkiye'nin sanatı ve müziği tanıtılacak ve 33.sü için çalışmalar hız kazanacak. ISME Başkanı Prof. Dr. Lee Higgins ve ISME Genel Sekreteri Angela Ruggles'ın 4-6 Mayıs 2015 tarihleri arasındaki İstanbul ziyareti bu çalışmaların bir parçasıydı. Konferansın organizatörlüğünü yürüten Uğur Alpagut, “Müzik dünyasını heyecanlandıran Türkiye konferansının teması Âşık Veysel'e ithafen ‘Uzun ince bir yoldayım/ gidiyorum gündüz gece' olacak.” diyor.

İzmir'den ‘Rengahenk' geldi

Merkezi İzmir'de bulunan Rengahenk Klasik Sanatlar Derneği, “Geleneksel Dünyadan Çağdaş Dünyaya Uzanan Yol” adlı sergisini Beşiktaş'taki Dolmabahçe Sanat Galerisi'nde açtı. Derneğe üye sanatçıların tezhip, minyatür, hat ve ebru çalışmalarının yer alacağı sergi 20 Ağustos'a kadar görülebilecek.

1999'da İzmir Devlet Resim Heykel Müzesi'nde çalışmalarına başlayan Rengahenk grubu, dört yıl önce kendi atölyesini açtı. Atölye çalışanları, 2013 yılında Rengahenk Klasik Sanatlar Derneği'ni kurdu. Rengahenk atölyesinde iki yıllık eğitim programları ile tezhip, minyatür, hat ve ebru sanat dallarında eğitim veriliyor. Derneğe üye sanatçılar arasında Afet Bahıt, A. Noyan Bahıt, Ayten Kocagil, Banu Akyıl Gümüş, Candan Aral, Esin Aksaç, Emel Er, Figen Gürsoy, Fisun Sivri, Gönül Pekmezci, Handan Özel, Işıl Türkman, Nadide Deligöz, Nagehan Akdemir bulunuyor.

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Faulkner'ın hayalî kasabası dijital âlemde kuruldu

Amerika'daki Virginia Üniversitesi, dünya edebiyatının güçlü isimlerinden William Faulkner'ın edebî; mirasını dijital ortama aktardı. www.faulkner.drupal.shanti.virginia.edu adlı site, yazarın kitaplarında geçen karakterlerden isimlere, şehirlerden olaylara tüm detayları arama imkanı sunuyor. Okur bu kasabada gezermişçesine yazarın izini sürebiliyor.

Bir yazarın eserlerinde sözünü ettiği mekanlar, isimler ve karakterler okur için birer yol göstericidir. Yazarından büyük izler taşıyan bu işaretler, onun yazı evrenini keşfetmeye yarar. Fakat böyle bir yükün altına girip iğneyle kuyu kazarcasına bilgileri su yüzüne çıkarmak zorlu bir uğraştır. Teknolojinin hayatımızı kolaylaştırmasıyla bu keşif kolaylaştı. Bir romanın tüm sayfaları arasında kısa sürede aramalar yapmak bir hayli kısaldı. Bu kolaylık, önümüze yeni projeler ve heyecanlı araştırmalar getirmiyor değil.

Bu projelerden biri, Amerikan edebiyatının güçlü kalemlerinden ve Türkiye'de de hatırı sayılır bir okuru olan William Faulkner (1897-1962) ile ilgili. Faulkner, geride büyük bir edebi miras bıraktı hiç kuşkusuz. Okurlarına ve edebiyat tarihine bıraktığı malzeme, pek çok çalışmaya imkan verecek kadar zengin ve çeşitli. Faulkner'ın edebi mirasına odaklanan Amerika'daki Virginia Üniversitesi, yazarın tüm eserlerinde geçen mekanları, kişileri ve karakterleri bir sitede topladı. Okurların kolayca arama yapabildiği Dijital Yoknapatawpha adlı site sayesinde, Faulkner'ın yazı evrenindeki durakları kolayca okumak mümkün. Yayın hayatına yeni başlayan site, henüz daha keşif aşamasındayken, eklenen bilgiler ve tasniflerle sürekli güncelleniyor.

TEKNOLOJİ İLE EDEBİYATIN BULUŞMASI

Projenin adı Faulkner'ın kurmaca kasabası Yoknapatawpha'dan geliyor. Yazarın, 1927'de kaleme aldığı Flags in the Dust (Tozlu Bayraklar) isimli eseri, yazarın kurmaca kasabası Yoknapatawpha'da geçen ilk romanı. Faulkner'ın kimi eserlerinde boy gösteren bu mekanı Murat Belge şöyle anlatır: “Bir kere, Yoknapatawpha! Burası Faulkner'ın hayalî; yöresidir. Büsbütün hayalî; değil tabii. Elli devletten biri, güneyli ve sahici biri olan Mississippi'nin bir yöresi (county). Gerçek hayatta modelinin Lafayetle County olduğu düşünülüyor. Faulkner'ın eserleri arasında ilkin Absalom Absalom'da geçiyor Yoknapatawpha. Zaten bu romanlarla Kurtar Halkımı Musa arasında, karakterlerinden ileri gelen bağlantılar var.” 6215 kilometrekarelik alana yayılan bu mekan Dayton Kohler'a göre Faulkner'ın tamamıyla kendi memleketini yansıtır “Amerikan romanında, tarihi ve talihi bakımından bundan daha kasvetli bir yer yoktur.”

DARISI TÜRK YAZARLARIN BAŞINA

Yoknapatawpha'ya Faulkner'ın şimdiye kadar 6 romanı ve 20 öyküsü tüm detaylarıyla konulmuş. 1.956 Faulkner karakteri ve 2.886 olay siteye girilmiş. 14 roman ve 54 öykü daha düşünecek olursak sitenin alacağı epey bir yol var. Proje, dijital teknoloji ve edebiyatı buluşturarak neler yapılabileceğini, bunun yanı sıra bu yeni aracın bir insan, bir öğretmen ve bir arkadaş olarak edebiyat hakkında neler sunabileceğini ölçmek istiyor. Site, Faulkner üzerine çalışan araştırmacıların desteğini isterken, hem okurlar, hem de edebiyat tarihi açısından yeni bir mecranın önünü açmayı amaçlıyor.

Türkiye'de bu türden dijital çalışmalar olmasa da yazarlar hakkında hazırlanan sözlükler bu boşluğu biraz da olsa doldurmaya aday. ‘A'dan Z'ye' başlığı altında daha önce Nazım Hikmet, Abidin Dino ve Sait Faik gibi usta yazar ve şairler hakkında yayımlanan kitaplara, son olarak Sevengül Sönmez'in hazırladığı Sabahattin Ali eklenmişti. YKY'den çıkan bu seri, yazarların hayatına ve eserlerine odaklanarak yazı dünyalarını ortaya koyan önemli bir çalışma. Tanpınar için böyle bir çalışma neden yok, sorusu ise umarım yakında cevap bulur, zira o da bu türden bir keşfi hak ediyor. (http://faulkner.drupal.shanti.virginia.edu/)

2 Ağustos 2015 Pazar

Tanpınar'ın izinde ‘sanatçı ve zamanı'

İstanbul Modern, müze koleksiyonundan eserlerin sergilendiği ‘kalıcı sergiler' bölümünde önümüzdeki hafta yeni bir sergi açıyor. ‘Sanatçının Zamanı' adlı sergi, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, ‘Ne İçindeyim Zamanın' şiirini referans alıyor.

“Yaşamla ölümün bıçak sırtı düzleminde, sersem sepet gezinip duran insanoğlunu, her zaman ilgilendirmiştir zaman kavramı. Özellikle de sanatçıları: Şairleri, yazarları, ressamları, müzisyenleri… Bu kişilerin yaşam boyunca ortaya koydukları, koymaya çalıştıkları şeyler de, zamanla didişmekten başka bir şey değildir aslında.” Şair Fahrettin Koyuncu, Düş Körükçüleri kitabında, Tanpınar'ın “Ne İçindeyim Zamanın” şiirini anlatmaya böyle başlıyor. Evet zaman, şairleri, yazarları, ressamları, müzisyenleri herkesten daha çok etkiledi, ilgilerini çekti. İstanbul Modern'de önümüzdeki hafta açılacak “Sanatçının Zamanı” sergisi de bu ilgiyi referans alıyor.

Anselm Kiefer, Hale Tenger, Strange Fruit, Olafur Eliasson, Allora Calzadilla, Coşkun Aral, Gökşin Sipahioğlu, Yıldız Moran, Neşet Günal, Cafer Türkmen, Atilla Torunoğlu, Hüseyin Çağlayan, Kemal Özsoy, Ergin Çavuşoğlu'nun eserleri ile Aliye Berger'in gravürlerinin yer alacağı serginin çıkış noktası Ahmet Hamdi Tanpınar'ın “Ne İçindeyim Zamanın” şiirinin ilk dizeleri: “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında / Yekpâre geniş bir ânın/ Parçalanmaz akışında.”

Tanpınar'ın görüşleri etrafında farklı coğrafyalardan sanatçıların geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki hesaplaşmalarına dair bir görünürlük sunan sergi, sanatçıların kendi zamanlarını nasıl deneyimlediklerine, geçmişten gelip geleceğe akan zaman karşısında duydukları endişe ve hayal kırıklıklarına, iç zamanları ile başkalarının zamanları arasında kurdukları derin yakınlıklara işaret ediyor ve sanatçının zamanı ile toplumun, kültürün, doğanın ve evrenin zamanı arasında kurulan bağa ve hesaplaşmaya dair bir düşünce alanı öneriyor.

Sergi, aynı zamanda sanat yapıtının, gelip geçicilik ve değişim karşısındaki yerine ve dönüşümüne karşı da bir tartışma zemini sunuyor: Sanat yapıtları hangi zamanların içinden geçerek şimdi, şu an izlediğimiz zamanın parçası olurlar? Başka yapıtlarla kurdukları zamansal ilişkinin anlamı nedir? Sanat yapıtları hangi şartlara direnerek veya onların parçası olarak gelecek zamana kalırlar? Küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu'nun yaptığı serginin katalog yazısını, Tanpınar üzerine araştırmalarıyla bilinen ve kitaplar hazırlayan Prof. Dr. Handan İnci yazdı.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Tanpınar'ın izinde ‘sanatçı ve zamanı'

İstanbul Modern, müze koleksiyonundan eserlerin sergilendiği ‘kalıcı sergiler' bölümünde önümüzdeki hafta yeni bir sergi açıyor. ‘Sanatçının Zamanı' adlı sergi, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, ‘Ne İçindeyim Zamanın' şiirini referans alıyor.

“Yaşamla ölümün bıçak sırtı düzleminde, sersem sepet gezinip duran insanoğlunu, her zaman ilgilendirmiştir zaman kavramı. Özellikle de sanatçıları: Şairleri, yazarları, ressamları, müzisyenleri… Bu kişilerin yaşam boyunca ortaya koydukları, koymaya çalıştıkları şeyler de, zamanla didişmekten başka bir şey değildir aslında.” Şair Fahrettin Koyuncu, Düş Körükçüleri kitabında, Tanpınar'ın “Ne İçindeyim Zamanın” şiirini anlatmaya böyle başlıyor. Evet zaman, şairleri, yazarları, ressamları, müzisyenleri herkesten daha çok etkiledi, ilgilerini çekti. İstanbul Modern'de önümüzdeki hafta açılacak “Sanatçının Zamanı” sergisi de bu ilgiyi referans alıyor.

Anselm Kiefer, Hale Tenger, Strange Fruit, Olafur Eliasson, Allora Calzadilla, Coşkun Aral, Gökşin Sipahioğlu, Yıldız Moran, Neşet Günal, Cafer Türkmen, Atilla Torunoğlu, Hüseyin Çağlayan, Kemal Özsoy, Ergin Çavuşoğlu'nun eserleri ile Aliye Berger'in gravürlerinin yer alacağı serginin çıkış noktası Ahmet Hamdi Tanpınar'ın “Ne İçindeyim Zamanın” şiirinin ilk dizeleri: “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında / Yekpâre geniş bir ânın/ Parçalanmaz akışında.”

Tanpınar'ın görüşleri etrafında farklı coğrafyalardan sanatçıların geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki hesaplaşmalarına dair bir görünürlük sunan sergi, sanatçıların kendi zamanlarını nasıl deneyimlediklerine, geçmişten gelip geleceğe akan zaman karşısında duydukları endişe ve hayal kırıklıklarına, iç zamanları ile başkalarının zamanları arasında kurdukları derin yakınlıklara işaret ediyor ve sanatçının zamanı ile toplumun, kültürün, doğanın ve evrenin zamanı arasında kurulan bağa ve hesaplaşmaya dair bir düşünce alanı öneriyor.

Sergi, aynı zamanda sanat yapıtının, gelip geçicilik ve değişim karşısındaki yerine ve dönüşümüne karşı da bir tartışma zemini sunuyor: Sanat yapıtları hangi zamanların içinden geçerek şimdi, şu an izlediğimiz zamanın parçası olurlar? Başka yapıtlarla kurdukları zamansal ilişkinin anlamı nedir? Sanat yapıtları hangi şartlara direnerek veya onların parçası olarak gelecek zamana kalırlar? Küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu'nun yaptığı serginin katalog yazısını, Tanpınar üzerine araştırmalarıyla bilinen ve kitaplar hazırlayan Prof. Dr. Handan İnci yazdı.