25 Şubat 2015 Çarşamba

Okuru provoke etmek istedim

Cem Kalender’in adını ilk kez 2007 yılında Ahmet Hamdi Tanpınar Roman Ödülü’nü aldığı Klan’la duymuştuk. Ardından ‘Zamanın Unutkan Koynunda’ ve iki yıl önce de ‘Kayıp Gergedanlar’ romanlarını yayımlayan yazar, çok tartışılacak bir romanla yeniden okurun karşısında: Kasımpaşalı Oedipus. Alakarga Yayınları’ndan çıkan kitap, günümüz konularından beslenen bir antik çağ destanı.Her kitabınızda farklı bir dil deniyorsunuz. Şimdi de Antik Çağ’da yaşamış Homeros’un dilini ödünç aldınız. Edebiyatta hep bir ileri gidiş varken neden bu dile döndünüz?Oğuz Atay kültüründen, geleneğinden beslendiğim için dille oynamayı çok önemsiyorum. Kitaplarımla ilgili en belirgin özellik bu; hepsinin birbirlerinden bağımsız olması. Ki bu kolay bir şey değil. Dili kullanmak ve dili devamlı farklı yöntemlerle, farklı anlayışla kullanmak… Özellikle Kayıp Gergedanlar döneminde tanıştığım Lacan, dil üzerine beni çok etkiledi. Kayıp Gergedanlar’dan sonra, o dili daha da geliştirebilmek, farklı bir alana çekmek için Homeros’la ilgilenmeye başladım. Homeros, yazarların atası… Hani, Prometheus ateşi tanrılardan çalıp insanlara vererek insanlık devrimini başlattı. Devrimi tamamlayan da Homeros’tu. Ne yaptı? Yazıyı tanrılardan çalarak, insana sundu. Her yazar Homeros’tan icazet alır. Homeros’u okumadan, özümsemeden, dilini ve anlatımını bilmeden bir yazarın var olması mümkün değil.Kitaba dönersek, bu dili hikâye mi çağırdı yoksa?Bu hikâyeyi ancak bu dille anlatabileceğimi düşündüm. Günümüzde bir cumhuriyet hesaplaşmasını, cumhuriyetin bir kısa tarihini anlatacaktım ve bunu mitolojik unsurlara bezeyerek anlatacaktım. Siyasi ve politik çıkmazlardan, kısırlıklardan kurtarmak için iyiyle kötünün savaşını anlatırken bu dile ihtiyaç duydum. Bundan 2 bin yıl sonra günümüzde yaşananlar mitolojik bir olay olarak kalacak. İyiyle kötünün savaşı her zaman devam edecek. Bunu İyonyalı Homeros’un yaşadığı zamana, 2800 yıl öncesine götürdüğümüzde bir şeylerin değişmediğini görürüz. Bu kitabı 2 bin sene sonra da okusanız aynı duyguları hissedersiniz. Var olan ve her zaman süregelen bir mücadele, iyiyle kötünün savaşı.Kitabın ismi ‘Kasımpaşalı Oedipus’ olmasına rağmen romanda Oedipus’un Kasımpaşalı olduğuna dair hiçbir iz yok. Neden Oedipus Kasımpaşalı?Onu çok düşündüm. Hikâye Parvasya’da geçiyor ve tabii ki Anadolu’yu temsil ediyor. Hatta ‘parva’ sözcüğü Latincede ‘küçük’ demek. Parvasya yani küçük Asya… Parvasyalı Oedipus da diyebilirdim ama Kasımpaşa ögesi, kurmak istediğim bu cumhuriyet hesaplaşmasında ve yakın tarihte çok başat. Şöyle ki, Selanik bazı kişiler için ne ifade ediyorsa, Kasımpaşa da yine bazı kesimler için o kadar derin ve anlam yüklü. Bir gün oradan birileri çıkıyor ve bir mücadele başlatıyor. Kitabın içinde hiç geçmemesine rağmen, kitaba ismini vermesinin sebebi bu.Bu şekilde romandan günümüze bir kanca mı atıyorsunuz?Yani... Daha önceki kitaplarımda kesinlikle böyle bir şey yok ama bu kitapta biraz okuru provoke etmek istedim.Peki, kimdir sizin Oedipus’unuz?Her dönemde ortaya çıkan, bir temsil yeteneği olan, bir gücü temsil eden… Burada anlatmak istediğim aslında iyilikle kötülüğün savaşında, Kasımpaşalı Oedipus’u tamamen bir savaşın tarafı olarak, bir zulmün tarafı olarak görebileceğimiz. Ama ‘a kişisi midir, b kişisi midir’den öte bir simge olarak, kötülüğü temsil etme adına bunu kullandım. Ama herhangi bir kişi diyemem.Kitapta iki kral var, Galius ve Oedipus. Aşağı yukarı benzer bir kaderleri var ama siz romanın başkişisi olarak Oedipus’u seçmişsiniz. Galius’la Oedipus’un farkları neler?Galius iyilikleri ve kötülükleri olan bir kral. Samimi bir şekilde başlar işe, ülkesini kurtarır vs. ama krallık kendi içinde zaten kötülükleri barındırır. Galius da iyilikleri ve kötülükleri içinde taşıyan ama salt kötü olmayan biri. Diğer tarafta ise salt kötülüğü temsil etme var. Oedipus’la Galius arasındaki fark bu. Oedipus salt kötülüğü temsil ediyor ve hayat felsefesi olarak, bir nevi de kendini kurtarmak için, battıkça batan, her yaptığı hatayı başka bir hata ile düzeltmek isteyen ve boğazına kadar kötülüğe batan bir kral. Aslında talihsiz de bir kral aynı zamanda. Oedipus bir devrimci olarak, isyankâr olarak başlıyor her şeye. Ben kötü olayım diye başlamıyor ama şartlar gitgide onu kötülüğün içine çekiyor.BEN AYDINLIKTAN, CUMHURİYETİN DEĞERLERİNDEN YANAYIMOedipus’un sahneye çıkışıyla birlikte aslında tanıdık bir hikâyeyle karşılaşıyoruz; bin odalı saray, kralın oğluyla konuşmaları… Bu hikâyenin günümüzle bu kadar iç içe olması riskli değil miydi?Çok riskli. Bunu çok düşündüm. Gerçekten bir yazar böyle netameli bir yerde kulaç atar mı? Ama şartlar, bazen yazarı oraya götürür ve yazar bazı yerlerde risk almak zorundadır. Bu, dönemle ilgilidir. Bir İskandinav ülkesi, bir İsviçre yahut İngiltere değiliz. Zor bir dönemden geçiyoruz. Bu zor dönem konusunda hiçbir zaman kötümser değilim. Türkiye’nin çok iyi olacağına, çok kısa zamanda muhteşem şeyler yapacağına inanan biriyim. Ama edebiyatçılar, sanatçılar, aydınlar bu konuda nerede durduğunu belli etmek zorunda. Günümüzde bir savaş var, iyiyle kötünün savaşı. Burada herkes sorumlu. Sanatçı artık iyi taraftan olduğunu bas bas bağırmalı. Bir edebiyatçı bu riski almalı. Ben burada bir nevi tarafımı belli etmek istedim. Benim tarafım halktan yana; aydınlıktan, cumhuriyetin değerlerinden yana. Cumhuriyetin, demokrasinin, etrafımızda yaşananlarla bağlantılı olarak da laikliğin, neler ifade ettiğini yeni yeni anlıyoruz. Bizim gibi ülkeler için laikliğin çok önemli olduğunu, olmazsa olmaz olduğunu, demokrasinin birinci önceliği olduğunu söylemek ve açık bir şekilde tarafımı belli etmek adına böyle bir riski aldım. Bence bu riske de değdi.Bu dönem hiçbir eleştiri kaldırmıyor. Korkmuyor musunuz?Nazım’ın güzel bir dizesi var, “Mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar”. Korku insana ait bir şeydir. Güzel bir şeydir de. Ben mesela ölümden çok korkan bir insanım ama bir mücadele içinde hiçbir iktidar, hiçbir iktidarın yaptıkları bana korku vermez. Biz bir gelenekten geliyoruz; Nazım’ların, Orhan Kemal’lerin, Yaşar Kemal’lerin, Aziz Nesin’lerin geleneğinden geliyoruz. Bu gelenekte mücadele var. Şimdi bu mücadelenin içinde değilsem bir şekilde zulme ve kötülüğe karşı mücadele etmezsem bu zulmün değirmenine su taşımış olurum. Bence burada bütün edebiyatçıların çok güçlü bir şekilde seslerini çıkarması lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder